Nakşibendi Şeyhi Mahmud Ustaosmanoğlu’nun yeğeni, İsmailağa Cemaati’nin önde gelen isimlerinden Saadettin Ustaosmanoğlu yeniHarman’ın ricası ile TAKVA’yı izledi
‘Bal dolu kavanozu dışından bile yalayamamışlar’
Takva… Senaryosunu Önder Çakar’ın kaleme aldığı, yönetmenliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı, başrollerini Erkan Can ve Güven Kıraç’ın paylaştığı ve geçen ay en çok konuşulan film.
Toronto Film Festivali’nde jüri özel ödülü alan, 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi 2. Film”, “En İyi Senaryo”, “En İyi Erkek Oyuncu” dahil 9 ödülle dönen Takva filmi, kendi küçük dünyasında yaşayan dini bütün takva sahibi günahtan korkan sıradan bir adam olan Muharrem’in, güçlü bir tarikatın kira toplayıcısı olarak görevlendirildikten sonra yaşadığı değişimi anlatıyor. Kahramanın modern dünyaya uyumsuzluğu, kendini adadığı değerlerin bir bir yıkılmasına vicdanının dayanamaması ve baştan beri var olan cinsel bulanımları sonucu akli dengesini yitirmesini konu alan Takva, “Ömrünü günahtan sakınarak yaşayan yalnız bir adamın hikayesi…”
Saadettin Ustaosmanoğlu, onbinlerce müridi bulunan Nakşibendi Şeyhi Mahmud Ustaosmanoğlu’nun yeğeni. Türkiye’de çokça konuşulan İsmailağa Cemaati’nin önde gelen isimlerinde. İslamcı camianın entelektüel yazarlarından. 1999-2005 yılları arasında İBDA-C davasından Metris, Kartal ve Bolu F Tipi cezaevlerinde yattı. Cezaevine girmeden önce Furkan dergisini çıkaran Saadettin Ustaosmanoğlu şu an Yeni Furkan dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapıyor. yeniHarman’ın ricası ile Takva’yı izleyen Ustaosmanoğlu ile cemaat hayatının perdelerine objektifini çeviren filmi konuştuk.
- Sadettin Bey, yeniHarman’ın ricası ile “Takva”yı izlediniz... Filmde, Allah aşkından başka dünyevi işlerle bağı olmayan Muharrem, tekkenin içine girip, şeyhine yakınlaştıkça ve cemaatin gerçek yüzünü gördükçe delirmeye başlıyor. Muharrem, günümüzde yaşasa ve bugün Ahmet Hakan’ı görse ne yapardı?
İrşad makamında bulunan kişi şayet ehil ise, kendisine yaklaşanlara her türlü menfiliğe rağmen füyuzatıyla (manevi tecelli) öylesine tesir eder ki, o kişi her şartta dimdik ayakta kalmanın marifet yollarını bulur. Şayet Ahmet Hakan gibi istidatsız ve hin değilse. “İşin olduğu yerde problem” olur hükmünce her toplulukta bir kısım menfilikler tabii olarak vardır. Kişinin bu menfilikler dolayısıyla delirdiği noktasından hareketle bir film yaparsanız size gülerler. Nihayetinde Takva’ya güldük. “Muharrem, Ahmet Hakan’ı görse ne yapardı”ya gelince, Muharrem filmde bahsedildiği şekliyle delirmeyeceğine göre Ahmet Hakan’ı görse herhâlde “yazık olmuş” derdi. Ve de eklerdi; “demek ki kompleksin bu derecesi de varmış.”
Tarkovski’nin Stalker’i
- Sinema ile aranız nasıl? Takva’dan önce son izlediğiniz film hangisiydi?
Sinema ile aram iyi sayılmaz. Şu sebepten, ki, hayatın tabii akışı içinde zaten her bireyin aktör olmasına nisbetle tekniğin sanallığına kapılmanın çok fazla getirisi olduğunu zannetmiyorum. Hani derler ya “Dünya bir tiyatro sahnesidir, kimine Cumhurbaşkanlığı, kimine çöpçü rolü düşer, ama rolünü iyi oynayan alkışlanır” hakikatince tekniğin ince ayrıntılarında farkında olmadan kabalaşmaktansa uzak durup “nefes alma” payına yer vermek daha akıllıca. Nefes alma payı!.. İnce idrâke mevzu hadise. Kaba müşahhaslar hayatımızı öylesine istila etmiş ki, hiçbir mevzuya mevaunun gerektirdiği derinlikte temas edemiyoruz. Bu da fıtrata aykırı gelişmiş teknolojinin bize hediyesi... Son izlediğim film seneler önce ( Andrey) Tarkovski’nin Stalker’iydi. Şimdilerde de tüm filmlerinin CD’sini bulup seyretmek istiyorum. Tarkovski, hayatın akışına kapılmayan bir yönetmen, yaşasaydı metafizik ürpertiler kimbilir onu hani iklimlere sürüklerdi? Kimbilir!
- Tarkovski’nin filmlerinde, tanrıyı betimlemesi, yine genel olarak filmlerindeki yavaşlık ve yavaşlığın derinliği midir sizi çeken acaba?
Bilemiyorum. İnsan derinlemesine anlamadığı bir şeydeki asaleti de farkedebilir bazan. Tanrı betimlemesi veya yavaşlık çok büyük etken olmayabilir.
-Yönetmen Stalker’da bir Hazreti İsa portresi de çizmişti. Bu portreyi nasıl bulmuştunuz?
Uzun zaman oluyor seyrettiğim. Filmin bütünüyle ilgili, hatta en çarpıcı diyebileceğim yönleri bile çok hatırımda değil. Orada beni tutan bir şey vardı. Zaten mücerret etki kabiliyeti böyle bir şeydir. O mudur beni tutan; değil. Bumudur; değil. Ama bir şey var akılda kalan veya aklında ekarte eden.
Bunun böyle olması için illâ dîni olması gerekmiyor. Mücerret ruh kuvveti herşeye şamil.
Bizim Horasan’ın köpekleri bile böyle yapar
- Kuran’ı Kerim’de sık sık söz edilen Takva’nın anlamını bir de siz açıklar mısınız?
Takva lugatta; korkma, sakınma. Allah korkusuyla günahtan kaçma, ibadette titiz davranma manalarına gelir... Fakat, lugat bilgisi çerçevesinde bilmek ise Takva’nın hakikati arasında muazzam farklar vardır. Zira takva, bir insan zaman ve mekân hususiyetlerine vâkıf oldukça mânâ iklimlerinde yol alarak ruhi mertebeler elde eder, bu mertebelerin her birinde takva’nın ölçüsü başka başkadır. “Şuur seviyesi değiştikçe gerçeklik seviyesi değişir” doğrusundan hareketle, takva’nın her yeni makam ve mertebede şekli ve mânâsı değişir.
- Bu nasıl açıklanabilir?
Aklımda kaldığı kadarıyla bir misâl vereyim: Allah dostu tabir ettiğimiz bir kemâlât ehli başka Allah dostuna soruyor; “Rızık konusunda haliniz nedir?” Cevap veriyor, “Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz.” Diğeri, “Bizim Horasan’ın köpekleri de böyle yapar” diye cevaplayınca, “Peki siz ne yaparsınız” sorusuyla karşılaşıyor. Verdiği cevap şu; “Biz bulunca dağıtırız, bulamayınca hamdederiz.” Anlaşılıyor ki, her iki kemâlât ehli Takva’yı kendi hâl ve makamlarına göre yaşıyorlar... Başımıza ne geliyorsa kelime klişelerine takılmaktan geliyor. Bunu aşabilmenin yollarını mutlaka bulmalıyız. Takva filmini yapanlara nisbetle söylememiz gerekirse; hâl ve makamları ve ki, işin kühnüne vukufiyetle doğru bir iş çıkarmış olsunlar! Ahmet Hakan gibi filmi “Muhteşem” bulanların halini de buradan süzebilirsiniz.
- Nakşibendi Dergahı’nın önde gelen isimlerinden biri olarak Takva’yı genel olarak nasıl buldunuz?
Önce şunu düzeltmeliyim, tasavvuf sizin için yabancı bir kültür olduğundan sorularda hata payınız zaman zaman artıyor. Nakşibendi dergahı’nın bırak önde geleni olmayı, intisablı olmama rağmen o kapıya ne derece kabul edilip edilmediğimi bile bilmiyorum. Burada bir memuriyet sözkonusu değil ki, şu makamın sahibi olarak önde gelen veya arkadan gelen olunsun. Önde gelenin kim olduğunu bilmek isterseniz söyleyeyim; ismi cismi hiç duyulmamış ve de kendisinin ileri veya geri gibi derdi olmayan ve hatta ileride mi geride mi olduğunu dahi bilmeyen kişi veya kişiler. İleri gelenler bunlardır. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle; “Bazı geriden gelen yüz bin devir ileride...”
Anlatılan kapalı dünya değil
-Takva filmine gelirsek…
Biraz önce belirttim. Şunu da ekleyeyim; bu arkadaşlar kendi iç âlem düzenlerini kuramadıkça, kemâlât ehlinin ruhaniyetine bürünemedikçe iyi bir iş çıkarmaları mümkün değil. Sosyal hadiseler yönüyle baktığımızda meselenin zahiri söz konusu, bu sebeple şöyle diyebiliriz, laik bir ülkede mânâ iklimlerine nazar etmek her yiğidin kârı olmadığına göre, herhangi bir şekilde olduğu kadar veya daha az daha çok menfilik tarikat topluluklarında da olabilir. Bu sosyolojik olarak değerlendirmeye tabi tutulabilir ama payın büyüğü sisteme nisbet edilmek suretiyle... Gerisi kelâma gelmeyen hakikat nevindendir.
- Belki de ilk kez İslami kesimin bu kapalı dünyasını anlatan bir film yapıldı. Peki size göre filmin eksikleri nelerdi?
Mesele iç âlem düzenine ulaşmak, mâna erlerin ruhaniyetine bürünmek vesaire gibi meselelere vukufiyetle alâkalı. Teknik açıdan soruyorsanız anlamam. Ama hissettiğim şey şu oldu; filmin bu şekilde bitmesi başarısız olduğuna alâmet. İslâmi kesimin kapalı dünyasına gelince... Anlatılan kapalı dünya değil. O dünyanın kabın dışına sızmış hâli. O kapalı dünya o işin kahramanları tarafından bile kitaplara tam olarak derc edilmemiştir, edilemez. Bu bazan derc edilmediğindendir, bazan da derc edilmek istenmediğinden. Yani “Hâl”in “Kaal”le ifadesi tam olarak mümkün değildir. Bu kapalı dünyayı bir filme anlattıklarını zannedenler bal dolu kavanozu dışından bile yalamış değiller. Yaptıklarından bu anlaşılıyor. Film kritiğini yapanlara da baktığımızda görüyoruz ki, herkes kendi dünya görüşü zaviyesinden bakarak “iyi” veya “kötü” diyorlar. Mevzuya aşinalıklarından değil. Çekimdi, sahnelerdi falan o inceliklerden anlamam, onlar teknik meseleler.
- Takva ile ilgili gazete ve dergilerde yayımlanan yorumları takip ettiğinizi biliyoruz. İslami çevrelerden de, laik kesimlerden de film hem övgü, hem eleştiri aldı. Siz bu yorumlardan hangilerine kendinizi yakın buluyor, hangilerine tepki gösteriyorsunuz?
- Aslında işin mahiyeti bakımından iki tarafın eleştirilerini sığ bulmakla beraber iki tarafın da doğrularını var olduğuna inanıyorum. Fakat dediğim gibi, meseleyi sadece sosyal bir hadisenin tamamen dış yönüyle değerlendirilmesi şeklinde gördüğümden, iki tarafın doğrularının da pek bir şey ifade etmediğini söyleyebilirim. Herkes kendi zaviyesinden bakıyor, tabii bazen zorlama tevillere giriyor. Meselenin aslı ise ortalıkta yok.
Düşmanlık istese daha tesirlisini yapabilirdi
- Filmin senaristi Önder Çakar’ın babası, İsmailağa cemaatine ve Nakşıbendiler’e yakın bir isimmiş. Çakar, Takva’da İsmailağa’yı anlatmadığını, zaten Nakşıbendiler’in sessiz zikir yaptığınızı söyledi. Önder Çakar sizce diğer tarikatların zikir törenlerindeki gerçekliği yakalayabilmiş mi?
Sesli zikir bir iki sefer denk geldiğim bir hadisedir. Kadim zamanlarda nasıldı bilmiyorum ama, bugünün zikir meclislerini fena taklit etmemiş olduklarını söyleyebilirim.
- Önder Çakar’ın, kendi dünyayı algılayış biçiminize göre İslami kesime haksızlık yaptığını düşünüyor musunuz?
Çakar, bu filmi hangi niyetle senaryolaştırdı bilemem. İslâma hizmet maksadıyla yaptıysa böyle bir hizmet söz konusu değil, düşmanlık niyetiyle yaptıysa daha tesirlisini yapabilirdi. Yani, objektiflik adına hem iki tarafa yaranamama, hem de işin orjinalitesini keşfedememenin getirdiği başarısızlık söz konusu. İşin hakikati şu ki, Çakar, İslâmi kesime yaptığı haksızlığın yanında kendine de haksızlık yapmıştır. Teferruatın teferruatını “öz” diye sunarak bir meseleyi anlattığı vehmiyle yanılmıştır.
Fethullah, Amerika’nın taşoron patronu
Filmde, bir tarikatın sanki bir kapitalist işletme gibi kurumsallaştığını görüyoruz. Bugün bu tür tarikatler sizce var mı? Varsa hangileri...
Tarikatı işletme gibi görmek kapitalizmin renkli gözlüklerinden kurtulamamakla alakalı. Samimi olarak tarikat kelimesinin anıldığı yerde katiyyen böyle bir düşünce oluşmaz. Tabii hatadan masun olmaktan bahsetmiyorum; hatalar da kullar için. Yani her işe sahtesi de mutlaka musallattır, bu ayrı... Tarikatlar, masivadan (dünya alakası) el çekmeksizin gönül zenginliğini yakalayabilmenin mektepleridir. Yani eşya size değil, siz eşyaya hakim olarak hayatı idame ettireceksiniz. Sahip olduğunuzu zannettiğiniz şeyin esiri olmadan yaşayacak, eşya ve hadiselere tasarruf edebilmenin zevkini çıkaracaksınız. Bunu da lafla yapmanız mümkün değil, zikir, fikir, rabıta, sohbet bunun levazımındandır, ilahi feyzi celbedebildiğiniz nisbette farklı şuur mertebelerine yükselerek müşahadenizi artırırsınız vesaire...
- Örneğin Fethullah Gülen böyle bir işletmenin patronu olarak görülebilir mi?
Fettullah Gülen taifesine gelince... Bunlar bir tarikat değil hakiki tarikatların silsileleri vardır, gönülden gönüle geçen sırları vardır, hâl ve makamlarına nisbetle hiyerarşileri vardır falan... Gülen taifesi ABD’nin seneler önce altyapısını hazırladığı ılımlı islâm projesinin -ki hakiki islâm’ın gelişini engellemek içindir- gönüllü ajanıdır. Yankilerin gölgesinde mesut mudur bilemem ama, yankilere hizmet etmekten ötürü gurur duyduğunu söyleyebilirim. Bu manadan olmak üzere şunu ekleyeyim; Fettullah Gülen bir işletmenin patronudur ama bir farkla; taşaron bir patron. ABD’nin egemenliğinin zayıflamaması için çırpınan bir patron.
Halvet, sinemasal
- İstanbul'da bugün Halvetiler, Rıfailer, Kadiriler, Nakşiler ve Cerrahiler tarikatları geniş bir nüfus oluşturuyor. Siz bir senarist olsanız tarikatleri nasıl anlatırsınız? Ve yine bir senaryo yazsanız çıkış noktanız ne olurdu?
Önce, konunun hakiki vechesini anlatamayacağım korkusu içinde böyle bir senaryo macerasına girmem. Ama illa da yazacak olsam hadisenin zaman ve mekan boyutundaki menfiliklerinin asıl sebebini ön plana çıkararak yazardım. Yani, mahfolmuş, mahfedilmiş bir medeniyetin çocuklarının önce kim tarafından nasıl mahfedildiğine, beyinlerinin nasıl iğdiş edildiğini anlatarak yazardım. Burası anlaşıldıktan sonra bir tek konu etrafında bile binlerce kare film yapılabilir. Mesela sadece halvet meselesi bile baştan sona bir filmin odak noktası olarak çok ama çok şey ifade edebilir.
- Halvet, sizce nasıl bir odak noktası oluşturur? Biraz açar mısınız rica etsem...
Halvet arınmanın aracı. Arınan insan kendi kabiliyetleri çerçevesinde farklı hakikatlerle yüzleşir. Bu yüzleşme ilim sahibi halvet ehlinde başka, avamdan bir kişi de başka tecelli eder. Mesela üç halvet ehlinin arınma macerası ayrı ayrı yapılarak, biraz da teferruata inildimi kapsamlı bir anlatım şekli çıkar. Ne bileyin daha buna benzer bir sürü şey...
- Bu tarikatları birbirinden ayıran, sosyal ve günlük yaşama dair bize neleri aktarabilirsiniz?
Tarikatler mahiyetleri itibariyle birdir. Şöyle bir söz vardır; Şeyh birdir, o da Allah Resulüdür. Hakikat-i Ferdiyye’yi temsil makamın bulunan Allah Resulünden gelir bütün feyz. O da Allah’dan aldığını aktarır; böyle bir silsile... Sonra meşreplere göre farklı tarikatler vardır. Bu tarikatlerin şer-i mübin’e uygun olup olmadığıdır önemli olan. Ölçü şeriattır. Tarikatın doğruluğu şeriata uygunluğu nisbetindedir. Şimdi; modern (!) zamanlarda işler biraz karışık tabii. Turizm malzemesi haline getirilmiş Mevlana Celaleddin-i Rûmî Hazretleri’ne nisbetle bugün Mevlevilik nedir meselâ. Sonra çeşit çeşit Mevleviler... Hangisi ne kadar doğru? Şeriatın emirlerine açıktan muhalefet eden ve kendini tarikat addeden topluluklar var. Bu, zeminin kayganlığından kaynaklanıyor. Veya sistemin çanak tutmasından. Dolaysıyla bu menfiliklerden İslâm ve müslümanlar sorumlu tutulamaz.Bu çerçeveden olmak üzere ifade edelim; Tarikatların birbirinden ayrı sosyal ve günlük yaşama dair farklılıkları bugünün sosyal yapısı içinde ne kadar deforme olduğuna göre değişkenlik ifade eder. Yoksa, ehli sünnet itikadı çerçevesinde hareket eden bütün tarikatler ufak tefek ritüel değişikliğe rağmen özde aynı noktayı işaret edicidirler. O nokta; kalp...
Cinsellik İslami kesimde tabu değil
Film İslâmi kesimin cinsel yaşamlarına ilişkin vurgularda da bulunuyor. Bu konuda herhangi bir alınganlık oluşabilir mi, islami çevrelerde?
Bu meselenin İslâmi kesimde tabu olduğu zannedilir. Hayır öyle değil. Bakın, mesela yıllar önce sol kesim Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Marifet Nağme”sini müslümanların seks kitabı diye lanse ediyordu. Ki, o kitabın yazıldığı dönemlerde Batı’da bile bir çok şey tabu idi. Önemli olan şu; bu hadiseyi fıtrata ve adaba uygun şekilde nasıl verebiliriz? Cinsellik hürriyeti altında edepsizlik yapıp, onu da bilmem ne psikolojisine dayandırırsanız bu edepli bir davranış olmaz. Hürriyetin hakikate esaret olduğunu bilenler, bu meseleyi bediî zevki incitmeden verebilirler. Filmin döküntü taraflarından biri de bu.
- Peki, kabul... Laik kesimlerde islami kesimin cinsel hayatına dair çeşitli önyargılar var ve yazılıyor, çiziliyor. Bu ön yargı sizce neden oluşuyor? Yeni İslami kuşağın önyargıları yıktığı söylenebilir mi?
Önyargıların sebebi Batılı olmamış, doğuluda kalamamış yarım aydınların garibanlığından kaynaklanıyor olsa gerek. Yeni İslâmi kuşağında bir şeyi yıktığı yok, zira bütün bir cemiyet olarak yıkıntıların altında yaşıyoruz... Önce hep birlikte bu yıkıntılarından paçamızı kurtarmalıyız.
- İslami kesim kendi cinselliğini sorguluyor mu ve nasıl yaşıyor?
Sorgulamak önce sorunun nereden kaynaklanıyor olduğunu bilmekten geçiyor. Bu badireyi atlatıncaya kadar yaşadığınız problemlerin kaynağı İslâmcı camianın dışından gelen (Batı normlar) olarak işaretlenmeli. Sonrası, bu tesirin altında olunmayan dönemde neyin nasıl olduğunu bilmekle alakalı... Eh, tarihimizi de hâlâ Batılılardan dilenir pozisyonda olmamız, nerelerden nasıl yaşantılarla geldiğimizi de bilmemize mâni olduğuna göre?.. Ciddi bir tarih muhasebesi olmadan bu meselelerin konuşulacağı altyapıya bile malik olmamız zor. Şunu da eklemeliyim; cinsellik deyince kim en çok çığırtkanlık yapıyorsa o haklı sayılıyor. Bu konuda herkesi edebince oturmaya davet ederim doğrusu...
- Filmde sizi şaşırtan sahneler oldu mu?
Hayır. Hadisenin bütününe dair az çok malumat sahibi olduğumdan neyi ne için yaptıklarını farkedebiliyorum.
Filmin neşesi yok
- Neyi niçin yaptılar Sadettin Bey?
“Neyi niçin”den kastım şu; pratrik olarak mevzunun içinde olduğumdan, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir hesabı, filmi yapanların kapasitesini daha rahat anlayabilmem ve yaptıklarının nisbet noktalarını farkedebilmemle alakalı. Yoksa şunu demek istemiyorum; şu kötü veya iyi niyetle yaptılar... Kastım bu değil.
- Takva’da, cemaat üyelerinin günlük yaşamlarına dair pek bir ipucu yoktu. Siz filmde, yaşama dair bu neşeyi yakaladınız mı?
Günlük yaşam Muharrem üzerinden verilmeye çalışılmış. Umumi mânada bir sosyal yaşam görüntüsü olsaydı vurgulanmak istenen menfiliğin dozu azalırdı. Zannediyorum, bu sebeple günlük yaşam verilmemiş, bu sebepten günlük yaşama dair neşe hissedilmiyor.
- Muharrem gibi, yaşadığı çelişkiler, dünyevi hayatla hesapsız bir ilişki ve Allah inancını bu denli yoğun yaşayanlar hala mevcut mu?
Allah inancını bu denli yoğun yaşayan bir insan şayet biraz bilgi sahibi ise bu çelişkilere düşmez. Bilgisiz bile olsa bu denli sancılar yaşamaz. Yaşasa bile istisnai bir durumdur. Hayatla hesapsız ilişkiye gelince, bunun müsbeti olduğu gibi menfisi de var. Müsbeti tevekkülü farkedebilmiş, ama derinlemesine farkedebilmiş insanın halidir. Menfisi de alkolikliğin veya uyuşturucunun girdabına düşmüş olanlarda görülen haldir. Hangisi çok derseniz tabii olarak sistemin ve yeryüzündeki bütün sistemlerin fıtrata mugayir gelişmesi, insan ruhunun muhtaçlığına cevap verememesi bakımından menfiler çok. Müsbetler nerede ise istisna boyutunda. Allah inancını bu denli yoğun yaşayanlar var mı’nın cevabı da şu; Muharrem’in Allah inancı aslında çok yoğun değil. Avami yoğunluk, daha çok taklidi olduğundan, şekil olarak belirir. Bilmeyenler, işte moda tabirlere ona “dini bütün” (ne demekse) derler. Halbuki Muharrem’in hali hemen her müslümanda tecelli zemini bulan bir haldir. Patronu Ali’nin hali de menfilikler bölümünde yeralmayı hakediyor.
- Filmdeki Muharrem karakteri gibi, çevrenizde böyle bir Allah korkusuyla aklını yitirmiş birine rastladınız mı?
Hayır. Allah korkusuyla aklını ancak çok üst makamlara yükselebilmiş dervişler, rint meşrepliler kaybeder ki, onlara da meczup diyoruz. Ki, tekliften düşmüş halleriyle hayatın çok farklı bir şeklinin zevkini çıkararak yaşarlar.
- Kimileri Allah’tan korkmanın anlamsızlığını savunup, Allah sevgisini ve ona ibatetin esas olduğu görüşünü savunuyor. Siz buna ne dersiniz?
İnsan sevdiğinden korkar. Aşk kaybetme vehmiyle birlikte vardır. “Ben Allah’dan korkmam, Allah’ı severim” diyenler, şayet sözleri tevile muhtaç arif’lerden değilse, meseleden habersiz ilgisizlerdir.
Ustaosmanoğlu ile gündeme dair
İsmailağa cinayeti, Cübbeli Hoca’nın jet ski’li fotoğraflı, aprondo deve kesme, türban ve testis olayı, İslami sol, Papa’nın kıyama duruşu
- İsmailağa Camii İmamı Bayram Ali Öztürk’ün camide öldürülüşünün ardından sizinle mülakat yapmıştık. Gazeteler, Öztürk’ü öldüren Mustafa Erdal’ın linç edilişi olayı ile olarak 10’a yakın kişinin tutuklandığını haber veriyor. Peki Öztürk cinayeti ile ilgili olarak herhangi bir gelişme var mı?
Tabii ki yok. Senaryo belli. Hesaplı kitaplı hücumlar yapılıyor. Başından beri söylüyoruz; servislerin derin çeteler üzerinden kotardığı işlerdir bunlar. Bu memleket, bu halkın güdümünde değil. Herkez gözünü açmalı. Bu kadar aleni haksızlığı yapabilenler, ne kadar pervasız olacaklarını iyi biliyorlar. Halkın ensesinde boza pişirmektir bu. Sekiz sene önce camiide şehit edilen Hızır Hoca’nın katilleri bulundu mu ki, Bayram Hoca’nın katili bulunsun; veya uzantıları... Film devam ediyor...
-Öztürk cinayeti ile ilgili olarak yeni ipuçları ortaya çıkacağına inanıyor musunuz?
Hayır. O fasıl kapandı. Şimdi üçüncü cinayeti bekleyelim.
- Yine mülakatınızın yeniHarman’da yayınlandığı günlerde, Hürriyet, Cübbeli Hoca’nın Malta’da jet-sky yaparken fotograflarını yayınladı. Günlerce Türkiye bu fotografları konuştu. İsmailağa Cemaati’nin önde gelen adlarından Cüppeli Ahmet Hoca’nın bu görüntüleri sizde ve Nakşıbendiler arasında nasıl karşılandı, ne gibi etkiler yarattı?
Tabii bunların yaşanması hoş değil. Münafık taifesi her halukarda bir açık arama ameliyesi içindedir. Bunun adına habercilik derler üstelik. Habercilik, köpekbalığı gibi yaradana saldırmak değildir. Akıllı uslu bir tenkit başkadır, salyaları akıtarak saldırmak başka.
- Bu hadise ne gibi etki meydana getirdi?
Tabii ki hoş olmayan etkiler. Ama şunu unutmamak lazım, Bayram Hoca’nın katil veya katilleri üzerinde durmayan veya durulmasına zemin hazırlamayan odakların acarlığıdır Cübbeli Ahmet Hoca’nın mevzuunu gündem yapanlar. Bilmeyerek hadiseye katılımcı olanlar da var tabii...
- Tabii, bu “gündem yaratıcılar”ın dışında soruyorum; Tüm Türkiye bunu konuştuğuna göre, Cübbeli Ahmet Hoca’nın fotograflarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fotoğraflar şantaj unsuru olarak kullanılmış; bu ayrı bir mesele... Kim ve neden kullanmış bunlar özel mesele gibi duruyor. Bunun dışında fotoğraflar ne ifade ediyor?.. Basına yansıyan ifadelerimizde de beyan etmiştik; bir topluluğun önünde gidenler kendilerine tabii olarak daha çok dikkat etmeli, kendine mukayyed olma dikkatinde daha hassas davranmalı. Bununla beraber şunu da kabul etmek durumundayız, sosyal hadiselerin çalkantısında “el çabukluğu marifet” şeklinde habbeyi kubbe göstermek gibi bir durum her zaman sözkonusudur. Nereden bakıldığına, niyetin mahiyetine, ferasetin keskinliğine mağlı meseleler. Sonuç itibariyle bu mesele birilerine ve birilerinin dine bakışına zarar vermiş midir; evet vermiştir, ama daha çok birilerinin dine bir yerlere çok şaşı bakmasının gereği olarak. Daha öncede söylediğim gibi; tenkid başkadır, kuduzluk başka. Sizin bu soruyu tenkîdi mânada sormanızın doğuracağı sonuçla, başkalarının aynı soruya bilindik niyetleriyle yaklaşmasının doğuracağı sonuç tabiî olarak aynı değildir.
- Sadettin Bey, peki İstanbul Havaalanı’nda deve kesilmesi olayı nasıl açıklanabilir?
Çok iyi takip edemedim ama, söylendiği kadar uçakların alımında da kurban kesme hadisesi olmuş. Uçaklar arızalı, geri gidiyor, tamir edilip geliyor, yetkili kişi de derin bir nefes almanın rahatlığı içinde midir nedir böyle bir iş yapıyor. Şimdi burada önemli olan; bu uçakların niçin arızalı olduğu halde alındığı devlet böyle bir hatayı nasıl yaptı, kimlerin hesap vermesi gerektiği vesaire... Deve sonraki iş... Şayet mesele “kurban” meselesi ise o da ayrı bir mesele... Nihayi olarak şu söylenebilir; Be adam bilmiyor musun bu ülke laik bir ülke laik bir ülke, senin dininin müsaade ettiği şey onlar için çok farklı bir şey; işgüzarlık yapmanın ne alemi vardı!
- Ama çeşitli din adamları da deve kesmenin dini bir vecibe olmadığı yorumunda bulundu...
Bu memleket bir âlem. Tavuktan kurban olur diyenlerin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Normaldir. Uçaklar geldiği için kurban kesilmesini demek istiyorsanız tabii ki gerekmez bu sizin inisiyatifinizde.
- Bir de şu son günlerde, Konya’daki hastanede türbanlı doktorların erkek hastanın testislerinin röntgenini çekmemesi mevzuu çok tartışılıyor. Sizin bu olay hakkında yorumunuz nedir?
Bildiğim kadarıyla bu haberin doğru olmadığı bir TV kanalında açıklandı. Kaldı ki bu meseleler fıtratı zorlayıcı olması bakımından Japonya gibi ülkelerde kadın erkek ayrı toplu taşıma araçları programlarına mevzuu oluyor. İşi yobazlık noktasında düğümlemek kolaycılık olur ki, haberin üstüne gidenlerin de bundan başka niyeti olduklarını zannetmiyorum. Meselâ bir testis meselesini bunca büyütenler Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da Çeçenistan’da bunca insanın ölmesini hiçte umursar görünmüyorlar. Bir yanda ölen onbinler, bir yanda bir testis; ayıp denen bir şey var.
- Son günlerde Mehmet Bekaroğlu ve Ertuğrul Günay’ın islami sol parti arayışı konuşulmaya başlandı. Sizin islami sol ile ilişkin bakışınız nedir? Böyle bir partiye nasıl bakarsınız?
İslam’ın ne sağı olur ne de solu. Sağ sağdır, sol sol... İslâm da islâm. Bunun terkibi bir zamanlar Kaddafi tarafından yapılmaya çalışıldı ama “ortaya karışık” bir salata çıktı. Ben bu harekette İslâmi sol, veya solcuların islâm yorumu şeklinde bir durum çıkacak gibi görmüyorum. Gerek Bekaroğlu gerekse Günay şahsiyet sahibi insanlar. Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle, meclisteki “Vasıfsız insan slosu” içinde kendilerini hissettirebilen dürüst insanlar. Risk alabilecek bir duruşları var. Ne yapacakları henüz belli değil. Hareket şekillenmeye başladığında göreceğiz... Şahsiyetli duruşlar bizi hangi cepheden gelirse gelsin heyecanlandırır. Bu hareketi de takip edeceğiz. Başarılı olmaları halkın menfaatine olur.
- Papa, en sonunda geldi ve gitti... Gelişine dek “Papa’nın huzuruna çıkmam” diyenler, misafir geldikten sonra tek tek huzuruna erdiler... Başta da Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Abdullah Gül...
Önemli olan şu idi; Papa İslâm’a ağız dolusu hakaret ettikten sonra ortalık karıştığına ve buna rağmen “Türkiye’ye geleceğim” diye tutturduğuna göre, bu işin perde arkasında bir iş var demektir ve bu zorlamaya boyun eğmemek için müslüman başbakan ne yapıp edip bu ziyareti hiç değilse birkaç sene ertelemeliydi... Bunu yapamadığı gibi bir de Havaalanı’nda karşıladı. Görüşmeyeceğim taktikleri de püskürtülmüş olmalı ki, bu duruma düştü. Hep aynı hikaye; iktidar olmakla muktedir olmak aynı şey değil.
- Papa’nın Sultanahmet Camii’nde kıyama durması Türk gazetelerini olduğu kadar, tüm dünyada olay oldu. Siz bu duruşu nasıl açıklarsınız?
Kaz gelicek yerden tavuk esirgenmez. Katolik ve Ortadoks birliğinin İslâm ümmeti için ne mânaya geldiğini bilenler, Papa’nın ne için kıyam ettiğini bilirler. İlk kıyam hareketi Bush tarafından ilan edilmişti; Haçlı seferleri... Bizimkilerin bu kıyam’a “Huzur duruşu” adını vermeleri de komik.
yeniHarman, Ocak 2007
No comments:
Post a Comment