Wednesday, February 04, 2009

BÜYÜK DOĞU OCAKLARI BASIN ACIKLAMASI:

MILLETİMİZ ADINA,
BU ÜLKEDE HUKUK OLDUĞUNUN GÖSTERİLMESİ İÇİN
DARBE TEZGAHTARI
KIVRIKOĞLU VE KARADAYI’NIN TUTUKLANMASINI
İSTİYORUZ!



Emniyetin verdigi isimle Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik yapılan operasyonların “dokunduğu” kişi ve kurumların “11. Dalgası” geçen günlerde yapıldı ve Savcılık makamının bu işin sonuna kadar gitmeye niyeti olduğuna dair işaretler ortaya çıktı. Öğretim üyeleri, devletin en tepe kurumlarını idare etmiş emekli askerler, askeriyenin en mühim makamlarında bulunmuş kişiler, sendikalar, barolar, basın yayın organları, televizyon kanalları, yüksek yargı organlarının en yüksek temsilcilerinin evleri, yazlıkları, işyerleri tek tek polis tarafından basılıyor ve bütün yazılı evraklarına el konuluyor. Tutuklanan insanların sokakdaki insan (yani Biz!) değil de sokakdaki insanı senelerdir idare eden “saygın insanlar” olması milletimiz tarafından meraklı bir şaşkınlıkla takip edilirken bazı cenahlarca da “polis devletine dönüşüyoruz” şeklindeki ifadeleri ile karşılanıyor...

Soruşturmayı savcıların emri altında polisin gerçeklestirmesi, “darbeyi sadece asker mi yapar, Hitler’i hatırlayın” yollu göndermelerle karşılanıyor. Polisin soruşturmayı yönetmesi ve bir çok “ilginç evraka” el koymasından ziyade, bundan 5-6 sene önce düşünülemeyecek olan “askere dokunması” manidardır; askerleri gözetim altına alan ve evlerini arayan görünürde polis olmasına rağmen, gozaltına alınan emekli veya muvazzaf askerlerin ekserisinin askeri lojmanlarda “korunaklı” olarak oturması, aslında ev aramalarının sağlıklı olarak gerçekleşmesini engellemektedir. Çünkü, aranacak askerin evine ancak askeri savcının kontrolü altında girilebilmesi ve sadece sivil savcının evi aramasına izin verilmesi, elbette bu esnada geçen saatler boyunca da evde gerekli “temizliğin” yapılması, bu tip tutukluların ancak telefon kayıtları ve diğer “suç ortakları”nın ifadeleriyle ithamını sağlamaktadır.

“11. Dalga”nın ardından ortaya çıkan “söylentiler”, bundan sonraki “dalga”nın nerelere vurabileceğine dair işaretleri barındırmakta...

“Dokunulup” bırakılan MGK eski Sekreteri General İlhan Kılıç’ın “Encümen-i daniş” isimli “kurul”dan bahsetmesi üzerine gözler bir anda bu kurula çevrildi. Çok gecmeden “Encümen-i daniş” hakkında birçok fakat “muğlak” kalan bilgiler ortalığa saçıldı. Üyeleri ve yaptıkları planlamalar üzerine spekülasyonlar başlayınca, Kurul, gazetelere gönderdiği bir açıklama ile toplantı mekanı ve gününü bildirip basın mensuplarını davet etti ve böylece de “karanlık yanları” olmadığı izlenimini vermeye çalıştı. Verilen saatte Moda Deniz Kulübü’ne giden gazeteciler, ismi kamuoyunda bilinen ve bilinmeyen pek çok siville karşılaştıkları gibi, emekli olmuş genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarını da gördüler.

Bu noktada, “10. Dalga”da evi aranan, “dokunulan” fakat tutuklanmayan Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu’nun, evinin aranmasının akabinde çıktığı televizyon kanallarında gözle görülür bir şekilde “çark ederek”, sanki o güne kadar hiç bulunmamış, elde edilmemiş ve sanki operasyonların yapılmasının başlatıcısı da “Ümranıyede silah ve bombalar bulunması” değilmiş gibi “silahlar bulundu biliyorsunuz Ankara’da, demek ki ortada ismi nedir bilemem, fakat bir örgüt var ve bunun üzerine gidilmelidir” demesi, aslında Savcılık makamının doğru iz üzerinde gittiğinin de itirafı olmuştur. Bundan sonra konu birden “değişmis” ve daha dün operasyonlara karşı çıkanların hadiseyi sahiplenmesine, “silahlı örgütü deşifre etmek gereklidir” tarzındaki ifadelere bürünmüştür. İşte “Encümen-i daniş” toplantısının çıkışında Kurul üyelerinin hepsinin “hukuk... hukukun üstünlüğü” gibi laflar sarfetmeleri, “Veli Küçük’ün ismini sizden duydum, tanımam” demeleri, bir bakıma kendilerini kurtarmak için başkalarını satma faaliyeti olarak da nitelenebilecek açıklamalar yapılmaya başlanmıştır! “Dokunulan” ama tutuklanmayan Sabih Kanadoğlu’nun yönlendirmesi ile dünün karşıtları –sınırlı da olsa- “silahlı çete operasyonu”na destek vermek zorunda kalmışlardır!

Kamuoyu işte bunları sindirmeye ve çözümlemeye çalışırken 29 Ocak 09 tarihinde internette bir ses kaseti servis edilerek yayınlanmış ve birilerinin “yalan” söyledikleri, milleti aldatmaya kalkıştıkları, milletin inancına sed çekmeye çalıştığı ortaya çıkmıştır.

Servis edilen ses kaseti, Genelkurmay eski Başkanı General Karadayı’ya aittir. Karadayı bu kasette kayıt altına alınan konuşmalarında, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilme sürecinde yaptığı “eylemleri” anlatmakta ve Gül’ün adaylığının ısrarı halinde “asker duruma el koyar” demektedir. Bahsedilen zaman dilimi, “e-muhtıra”nın verildiği ama failinin bir türlü bulunamadığı ve GKB tarafından sahiplenilmediği zaman dilimidir. Hatırlanacağı üzere “e-muhtıra”nın kim tarafından kaleme alındığına dair rivayetler dolaşırken, yayınlandığı sayfanın “sayfa kaynağı”nda, imza sahibi olarak şimdi GKB olarak vazifeli General İlker Başbuğ’un ismi geçmekteydi ve bu tekzip edilmemiştir hala!

İsmi “1 numara” olarak telaffuz edilen emekli GKB Kıvrıkoğlu’nun, uzun seneler süren sessizliğini bozup, operasyonlar sırasında “konuşmaya” başlaması ve “herhangi bir dalga”da “dokunulacağı”nın ortaya çıkması üzerine, Kurul toplantısı öncesinde yaptığı “Çetelerle alakam yoktur, ismi geçenleri de tanımam” açıklaması ve birdenbire Ankara’ya gidip GKB Başbuğ ile görüşmesi ve bunun da iki adet fotoğraf çekimi ile askeriye tarafından basına servis edilmesi, general eskisi Kıvrıkoğlu’nun “çırpınışları” olduğu kadar, GKB Başbuğ üzerinden sanki arkasında TSK’nın durduğunu ve sanki TSK’nın “silahlı çetecilere destek” verdiğini anlatmaya çalışmak olarak yorumlamak zorlama bir tevil olmasa gerek.

Ergenekon Terör Örgütü operasyonları ile “dokunulmazlara dokunulmaya” başlanması ve bunun şu andaki görüntüden çıkan neticeye göre hiçbir sınırı olmadığının ortaya çıkması, basından beri operasyonları küçümseyen, sulandırmaya çalışan, karşı çıkan çevrelerin keskin bir dönüş yapmalarına, “hukuk”dan “demokrasi”den bahsetmeye başlamalarına ve elbette “koruma” tedbirleri (Başbuğ’la görüşme) almaya başlamalarına sebeb oldu; memleketimizde artık operasyonun doğru olup olmamasından ziyade “hukuk ve insan haklarına uygun soruşturma, güçlü delillerin toplanması ile tutuklanma” gibi mevzular konuşulur oldu!

Bu milleti içine doldurmak için planladıkları “F Tipi Cezaevleri”ne kendileri tıkılmaya başlayınca “hak, hukuk ve adalet”den bahsedenler, kendi kaldıkları cezaevlerindeki herhangi bir “hücre”ye girip de karşısına gelecek herhangi bir kişiye hangi suçtan yattığını sorup, mahkeme süreci hakkında bilgi alsa duyacakları, “delilin olmadığı... işkenceli ifadeler olduğu... kanaat hasıl olarak” onlarca sene hapis cezası, idam cezası alındığı olacaktır kuşkusuz! Gazetelere (20 Ocak 09) düşen bir habere göre, “arkadaşının 5 LİRASINI çalan bir ÇOCUK”, (“birlikte cips aldık, çalmadım” dese de) 3 SENE 10 AY HAPİS cezasına çarptırılmış; “kara kaplı kitap”da ne yazıyorsa motomot tatbik edenler, ADALET duygusunun bu kararın neresinde olduğunu açıklamasını yapabilirler mi?!



İBDA MİMARI SAYIN SALİH MİRZABEYOĞLU, 50 küsur kitabı ile ortada olan bir mütefekkir ve yazarken, daha evvelden Adana DGM tarafindan açılmış ve MİT ve Emniyet raporlarıyla “delil yoktur” denilerek “takipsizlik kararı” verilmiş bir dosyanın İstanbul DGM tarafından açılması ve dosyaya tek bir delil konulmadan bu sefer “idam” cezası verilmesi ile 10 senedir hapishanede yaşamaya zorlanmaktadır! Sadece o mu? İbda bağlısı mahkum ve tutukluların hiçbirinde tek bir “delil” ve “itiraf” yokken, sadece “kanaat hasıl oldu” denilerek gencecik insanlar 30 sene, 50 sene ve idam cezalarına çarptırılmışlardır! 10 senedir hapisde bulunan Sayın Mirzabeyoğlu, kendisine verilen HAKSIZ CEZANIN yanında, mahkeme tutanaklarına, kitaplara, dünya literatürüne geçtiği üzere bir de TELEGRAM-ZİHİN KONTROLU İŞKENCESİNE “çarptırılmış”, bir saniyesi boş geçmeyecek bir şekilde elektromanyetik saldırı ile yaşamaktadır.

BÜYÜK DOĞU OCAKLARI DERNEĞİ olarak soruyoruz:

Suç isnad edilebilecek ne bir telefon konuşması (kaydı), ne bir buyruğu, ne de başkalarına ait bir itiraf mevcud değilken, “kanaat hasıl oldu” denilerek, “kanaatı hasıl eden” hakimler de Ergenekon Terör Örgütü sanıkları avukatları olarak bugün “vazife” başına geçerlerken, şimdi HAK-HUKUK-DEMOKRASİ diyenler, insanları kendileri gibi AHMAK MI sanıyorlar?

O gün “kanaat hasıl oldu” diyerek (28 Subat 1996), sabahdan aksama kadar İstanbul DGM mahkemesinde “vazife”de bulunan –dönemin- 1. Ordu Komutanı H. Kıvrıkoğlu’nun kontrolünde, tek bir itiraf, delil, şahit bulunmadan 16 yaşındaki cocuklara 3 ayrı duruşmada idam ve müebbed hapis cezaları yağdıran DGM hakimleri, şimdi Ergenekon Terör Örgütü sanıklarının avukatları olarak ortaya çıkarken, aslında geçmişte verdikleri bütün kararların “iade-i mahkeme” talebiyle tekrar görülmesi gerektiğini ifşa ederlerken, aynı zaman da, Ergenekon Terör Örgütü’nün “kollarının genişliği”ni ve “hukuk” mekanizmasını da kendisine “alet” ve “koruma” yaptığını ortaya koymaktadırlar!

BÜYÜK DOĞU OCAKLARI olarak:

1) Başta Sayın Mirzabeyoğlu’nun idam cezası olmak üzere, tek bir şahit ve delil ve itiraf olmadan fakat işkenceli sorgulardan geçirilerek alınan ifadelere dayanılarak verilmiş –siyasi veya “terör”* davalarının HEPSİNİN YENİDEN DOSYASININ AÇILMASINI...

2) “Tetikçileri” koruyacak mekanizma olmadan bir faaliyetin olamayacağına binaen, şu anda Ergenekon Terör Örgütü davasının avukatları olarak gözüken eski hakim ve savcıların görmüş olduğu bütün mahkeme kararlarının ÖNCELİKLİ OLARAK ELE ALINMASINI...

3) Hakkındaki “DGM’de hakimlere ve savcılara baskı yaparak idam ve müebbed hapis cezaları verilmesini” sağladığına yönelik dönemin yayınlarında yeterli miktarda delil bulunabilecek ve bugün ismi Ergenekon Terör Örgütü’nün “1 NUMARA”sı olarak geçen Hüseyin Kıvrıkoğlu ile,

4) İsmi “darbe tezgahtarı” olarak geçen, ses kayıtlarındaki ifadelerine göre “askeri, müdahaleye zorlama” yaptığı apaçık olan H. Karadayı’nın “DOKUNULARAK” TUTUKLANIP YARGILANMASINI

MİLLETİMİZ ADINA İSTİYORUZ!

31 Ocak ‘09


(http://www.furkanfm.org/phpBB3/viewtopic.php?f=7&t=2288 'dan nakliye)

No comments: