Aşağıdaki yazı oldukça ilginç bir yazı; "bakırcılık"la uğraşıp nafakasını temin eden ve buradan kazandığıyle bir de dergi ("Fabrika") çıkaran Salih Zeki Tombak'ı öylesine bir tanırız.. Enteresan bir solcudur.
Bu yazıda onun dergisinden ve muhtemelen müstear isimle yazdığı bir makalesidir.
OYLESINELAF@
TÜRK’Ü TİTRETİP KENDİNE DÖNDÜRME YAZISI
Arif Sacit ŞAİR
kalmayıp zahmet edip araştırdık da. Neydi
Alp sorunu; Türkiye tarihindeki iki Türkçü Alp
ikincisi ise Munis TekinAlp’ti. Ziya beyefendinin
Kürt oldugu zaten biliniyordu. Munis Bey ise son
yıllarda biraz kıyıda köşede kaldıgı için hatırlayan
yok. Halbuki o daha çok Moiz Kohen olarak bilinmektedir
ve mezarına da bu adıyla gömülmüştür.
Demek bu Alp adı sonradan tercih ediliyor.
Ziya Alp’in tutucu bir Osmanlıcı iken Ittihat ve
Terakki’nin 1909’daki Selanik kongresinden sonra
Türkçülükte karar kıldıgını biliyoruz. Selanik’de ne
oldu da “Türklerin üstün ırk” olduguna karar verdi
bilmiyoruz, ama sonuçta eger böyle bir ırk varsa,
kendisinin oraya dahil olmadıgı açıktır. Bu durumda
onun ki sadece bir siyasi Türkçülük olabilir ki,
bu da onun teorisiyle şiddetle çatışmaktadır. Bu
yüzden Ittihatçı arkadaşlarının ona “Sen Kürtsün,
ne işin var Türkçülükle” dedigi biliniyor. Ziya Alp,
büyük bir olasılıkla, bu şakacı arkadaşlarına hiçbir
cevap vermemiştir. Kişiliginin, bu tür cevaplar vermeye
müsait olmadıgı biliniyor.
Bir de dedikodu var ki; dedikodu oldugu
için ciddiye almaya gelmez. Ama bu, bizdeki
Türkçülerin trajedisini gösterdigi için önemlidir.
Söylenti odur ki, Ziya Alp’in “Türkçülügün
Esasları” adlı çalışmasının el yazması bir koleksiyoncu
tarafından bulunmuş ve fakat ilgili bakanlık
tarafından el konulmuştur. Çünkü eserin el yazması
“Kürtçülügün Esasları” başlıgını taşımaktadır!
Bu dedikodu dogruysa, bizim “Türkçüler
Türk degildir” tezimiz dogrulanmaktadır. Fakat,
dedikodu ise de tezimize herhangi bir “dokuncası”
olamayacagını temin ediyoruz. Israrlıyız ve
öyledir.
mucitlerinden biriydi. Ermeni ve Rum
yurttaşlarımızı hedef aldıgı kesindir. Ama insan,
böyle birinin ikinci dili için bu kadar çırpınmasını
anlayamıyor. Vatandaş Türkçe konuşsa ne konuşmasa
ne? Biz senin Ibranicene karışıyor muyuz?
Demek bu şiddetli “Türkçülük”te, sonradan olmanın
şiddeti var.
Şiddet deyince aklıma geldi; bir Alp’imiz daha
var. Fabrika’nın geçtigimiz sayılarında bu Alp’in
ani bir Sinegog ziyaretinden sonra kendi deyişiyle
“Musa’nın Bozkurtları” tarafından eteklendigi not
edilmişti. Biz, bu laftan ancak Hazar Devletini anlayabiliyoruz.
Hani şu sonradan Bizans’a ve Islam
akınlarına karşı denge olsun diye Yahudilikte karar
kılan Türk devletini. Fakat, Koesler’e inanacak
olursak onlar da Dogu Avrupa’ya göçtükten sonra
Türklüklerini unutup Yahudi olmuştur. Yazar, dillerini
de unuttuklarını ve “Yidişçe” diye yeni bir
dil geliştiklerini iddia ediyor. Yidişçe konuşan eski
Hazarların, bizim Alp’in Sinagog ziyaretini duyup,
başbuglarını eteklemeye geldiklerini düşünmek
bizim de hayal gücümüzü aşar. Demek, Sinagog
önünde kurulan yakınlıkta bir zina vaziyeti var.
Musa, başka türlü bizim bozkurtlarla nasıl akraba
olabilir ki? Karmaşık ve çapraşık bir durum. Bu
sebatayizm tartışmalarından sonra sorun büsbütün
içinden çıkılmaz hale geldi. Kıripto Musalar
mı istersin, kıripto bozkurtlar mı? Aman ikisi de
olmaz olsun diyecegiz, ama insana hemen “antisemit”
yaftasını yapıştırıveriyorlar. Tamam ikisi
de olsun ama hiç olmazsa bu ülkenin saygılı bir
evladı olarak kimin kim oldugunu bilelim. Degil
mi? Bilmek istiyoruz.
Mesele yalnızca memlekete millete faydalı
olmakta olsa sorun olmayacak. Dolayısıyla bu
durumda biz de böyle abuk sorular sorup yanıt
aramayacagız. Örnegin birkaç yıl önce ölen degerli
Türk büyügümüz, işadamı filozof, hayırsever burjuva
Üzeyir Garih alt sınıftan birinin saldırısına
ugrayınca hepimiz üzüldük. Belli bir sınıfa angaje
olmamıza karşın ona yakınlık duyduk. Fabrika’da
onu öldürenin bir “Türk evladı” olmayacagı yönünde
yazılar bile çıktı. Şu gariban Yener Yermez yemi
yemiş ve hapı yutmuştu fakat arkasında bir sürü bit
yenigi vardı. Fabrika öyle diyor ve cinayeti nefretle
kınıyordu.
Her şeye karşın Garih adını taşıyan birinin
hem de kutsal Cumartesi günü bir Müslüman
mahallesinde ve bir Müslüman mezarlıgında ölmesi
garipti.
Küçük Hüseyin Efendi’yi hatırlıyor musunuz?
Tabii ki hayır. Hatırlatalım; bu zat, matbuatımıza
göre, Garih’i Müslüman mezarlıgına çeken kişiydi.
Kendisi garip bir tarikatın şeyhi olurlar. Geniş araştırmalardan
sonra, Küçük Hüseyin Efendi’nin kabrinin
bitişiginde bulunan Fevzi Çakmak’ın da bu
şeyhin müridi oldugu açıga çıkarılmasın mı? Yani
Garih’in cesedi tam tekkenin üzerinde bulunmuş
da haberimiz yok. Daha dogrusu yoktu.
Kimmiş bu Küçük Hüseyin deyip her türlü
zahmeti gögüsleyerek araştırdık. Haydaa, kapımız
yine Türkçülüge çıkmasın mı?
Efendim Küçük Hüseyin’in tariki Arusilik
oluyor. Hiç duymamış olmanız mümkündür,
dogal, ben de hiç duymamıştım. Fakat, Yeni Şafak
gazetesinde “Türkeş Arusilerle gizlice görüşürdü”
başlıgını görünce duymuş oldum.
Ilginç degil mi, Garih de Türkeş Alp veya
akrabalarının iletişim kopuklugundan aldıgı adla
Türkiş Alp, aynı tarikin yolcusu. Yani ikisi de bu
durumda Küçük Hüseyinci oluyorlar.
Yeri gelmişken belirtelim; bu “Türkiş” lafı
espiri degil; Ali Arslan veya Alparslan beyin ailesi
Kıbrıs’a göçünce akrabalarının bir kısmı Kayseri’de
ve Adana’da kalıyor. Soyadı kanunu çıkınca, anakarada
kalan akrabalar “Türkiş” soyadını tercih
ediyor. “eş”likte bir yarar görmüyorlar ve “iş”in
daha yararlı olacagını düşünüyorlar.
Dönelim konumuza, “eş” olan Ali Arslan bey
babası tarafından daha kısa donluyken elinden
tutulup bu Küçük Hüseyin’e götürülüyor. Rivayet
odur ki, Küçük Hüseyin bey o mübarek parmagıyla
bu ismi henüz olgunlaşmamış çocugu gösterip,
“Bu çocuga dikkat edin... Türklügün tarihinde çok
önemli roller oynayacak” diyor.
Niye diyor, onu da siz düşünün. Şöyle dese
daha saçama olurdu tabi: Bu çocuga dikkat edin,
Papua Yeni Gine tarihinde çok önemli roller oynayacak!”
Bu durumda Ali Arslan adlı çocuga yeni bir
isim bulmak şart oluyor. Alparslan bulunuyor ve
fakat bütün iddiasına ragmen biz bu ismin “Ali
Arslan”a benzesin diye seçilmiş oldugunu anlıyoruz.
Demek, o tarihlerde Küçük Hüseyin’in
karizması da henüz yeterince olgunlaşmamış. Öyle
anlıyoruz. Ayrıca bir tarikat şeyhinin kendisini hiç
de ilgilendirmeyen “ırk” konularında böyle ileri
geri konuşması belli ki pek makbul ve pek mantıklı
bulunmamış.
Yani sözün özeti, Alparslan adının alınmasında,
Türkçülükle ilgili “apriori” bir iddia yok.
Öyleyse, bunda “Türk” görünmenin etkisini düşünebiliriz.
Hele, küçük Ali Arslan’ı Harp Okuluna
göndermek isteyen bir aile için bu haddinden fazla
yararlı görülmüş olmalıdır.
Burada ilginç bir tarih duruyor ve biz bir
dahaki Fabrika’ya Küçük Hüseyin ile ilgili araştırmamızı
da yetiştirmeyi vaat ediyoruz. Verimli
bir teori bu; uygulayan bakın uymayan var mı? Ne
diyorduk: Türkçüler Türk degildir! Işte size üçüncü
Alp vakası ile ilgili Yeni Şafak gazetesindeki yazı
dizisinin bazı önemli bölümleri:
25 Agustos 2001 günü, Musevi kökenli
ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlıgı’nda
bıçaklanarak öldürüldügünde, herkes Garih’in
Müslüman mezarlıgında ne işi oldugunu tartıştı.
Garih’in cesedinin Mareşal Fevzi Çakmak’ın
kabrinin yanı başında bulunması çeşitli komplo
teorileriyle yorumlandı. Cesedin yakınlarında bir
kabir daha vardı: Küçük Hüseyin Efendi’nin kabri.
Ilk gün gözden kaçan bu küçük ayrıntı, ertesi gün
Garih olayının göbegine oturdu. Garih’in Eyüp
Mezarlıgı’nda yatan Nakşibendi Şeyhi Küçük
Hüseyin Efendi’nin kabrini düzenli olarak ziyaret
ettigi ortaya çıktı. 1930 yılında vefat eden Nakşi
Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin Garih’in babası
ile yakın dost oldukları, hatta iki kişi arasında
neredeyse şeyh-mürit ilişkisi oldugu iddiaları
gündeme geldi. Üzeyir Garih’in Küçük Hüseyin
Efendi’nin mezarını yaptırttıgı da ortaya çıktı.
Iddialara göre Garih’in babası gizlice Müslüman
olmuştu. Öte yandan yaptığımız araştırmalar
sonucunda Musevi işadamı Üzeyir Garih ile
yakın ilişkisi bulunan MHP’nin efsanevi lideri
Alparslan Türkeş’in Küçük Hüseyin Efendi’nin
müritlerinden Ömer Fevzi Mardin’in kurucusu
olduğu Arusilik’le yakın ilişkisini ortaya
çıkarmış, hazırladığımız bir kitapta bu bilgileri
kamuoyuna aktarmıştık. Böylece kamuoyu
Arusilik adıyla anılan tasavvufi akımın varlıgına
tanık oldu...
dünyası da ilginçti.
Türkeş”in bazı cemaat liderlerini ve tarikat şeyhlerini gizlice ziyaret
ettiği ülkücü camia içerisinde konuşuluyordu.
Türkeş’in çok yakın çevresinin bildiği bu
ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa
ortaya çıktı. Türkeş’in büyük yakınlık duyduğu
tarikatlardan biri de Arusilik’ti. Türkeş, Küçük
Hüseyin Efendi’nin müritlerinden Ömer Fevzi
Mardin’in kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle
1960’lardan vefatına kadar görüştü.
Hüseyin Efendi’nin Türkeş’in ailesi ile tanıştıgı
da ortaya çıktı. Ailenin tanışıklıgını açıklayan
sıradan bir kişi degil, Türkeş ailesinin yakından
tanıdıgı ve saygı duydugu Mehmet Faik Erbil’di.
Erbil, Arusiler’in en önde gelen isimleri arasında
yer alıyor. Erbil, Türkeş’in saglıgında sık sık ziyaret
ettigi bir kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya
da açıklık getiriyor. Iddia, Alparslan Türkeş’in
ilk adının Hüseyin Feyzullah oldugudur. Hüseyin
Küçük Hüseyin Efendi’ye, Feyzullah ise Küçük
Hüseyin Efendi’nin şeyhi Feyzullah Efendi’ye nispettir.
Bu ismi Türkeş’in babası Ahmet Hamdi Bey
ve annesi Fatma Zehra Hanım koydu. Türkeş’in
dedesi Tuzlalı Arif Aga da Şeyh Feyzullah Efendi
ile aynı dönemde Sultan Abdulaziz tarafından sürgün
edildi. Arif Aga Kayseri’den Kıbrıs’a, Nakşi
Şeyhi Feyzullah Efendi ise Istanbul’dan Midilli’ye
gönderildi.
Türkeş’e Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin
hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle anlatıyor:
“Bildigim kadarıyla rahmetli Hacı AlpArslan
Türkeş’in nüfus kaydındaki ismi Hüseyin
Feyzullah’tır. Bunun aslı şudur: Biz işin aslını biliyorduk
ama vesile teşvik etmişken kendisinin 1989
senesinde bize söyledigi bir sözü burada nakledelim:
‘Ankaralı Büyük Evliyâ’dan Küçük Hüseyin
Efendi Hazretleri’nin huzuruna kendisi 7-10 yaşları
arasında iken ebeveyni tarafından getirilmiş ve
mübârek zât kendisine bakarak, şahâdet parmagı
ile işaret eyleyip ‘Bu çocuk... Bu çocuga dikkat
edin. Türk tarihi bu çocugu altın harflerle yazacaktır’
diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur:
Alâkaları sebebiyle daha önce ebeveyni ogullarına
huzuruna getirdikleri mübâregin ve mürşidinin
ismi şeriflerini koymuşlar.”
Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil’in sözünü ettigi
Küçük Hüseyin Efendi 1930”da Istanbul’da vefat
ederek Eyüp Sultan Mezarlıgı’nda topraga verildi.
Küçük Hüseyin Efendi’nin mütevazı mezarının
hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve ailesinin
kabristanı yer alıyor.
müridleri
Mehmet Faik Erbil Efendi, Küçük Hüseyin
Efendi’nin yanı sıra tarikatlara mensup ünlü isimleri
açıklıyor:
“Yolumuzun ulularından Arif-i Zât-ı Billah
Esseyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi’ye
ve Halife-i Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer
Fevzi Mardin Hazretleri’ni zikrettikten sonra terbiyesinde
yetişmiş pek çok degerli dervişlerinden
birkaçının isimlerini burada dercetmek istiyoruz:
Eski Başvekillerimizinden vatanperver Hüseyin
Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile mücehhez
Ord. Prof. Dr. Hasan Reşat Sıgındım, yine tıp âleminden
Ord. Prof. Dr. ve aynı zamanda Paşabahçe
Tezyin-i Sanatlar Hocası muhterem Ahmet Süheyl
Ünver, Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün,
eski Adliye ve Hariciye Vekillerimizden Ord.
Prof. Dr. Yusuf Kemal Tengirşenk, Saglık eski
Bakanlarından Tıp Profesörü Dr. Nihat Reşat
Belger, Atina Büyükelçimiz Enis Akaygen,
Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak
ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ve tegmen
rütbesi ile huzuruna varıp mübaregin kendisine
gösterdigi keramet üzerine ömrünün son demine
kadar mum ışıgında Kur’ân-ı Kerîm okuyan
Balıkesir Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan
Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki Halvetî
Tarîkati’nden Şark Orduları Başkomutanı Kazım
Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati’nden Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun
(Paşa) ve aziz şeyhimin “Ordumuzun en degerli
paşası Faik Türün Paşa’dır” diye buyurdugu 1970
ve 1973 arasında Istanbul 1. Ordu Kumandanı Org.
Faik Türün Paşa da birer mübarek tarîkat mensubudurlar.
Cenab-ı Allah bu şerefli zâtların cümlesine
gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş’ta T. Arıburun
Paşa ile görüştügümüzde “18 oy daha alsaydınız,
bugün Cumhurbaşkanı’ydınız, paşam” dedigimde
bana cevap olarak “Hakk tazyik edilmez ki” demeleri
üzerine kendilerini tebrik ettim. Not: Rahmetli
Mareşal M. Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi
Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri’nin türbesinin
yanında medfun olup, dolayısıyla damadı
rahmetli Prof. Dr. Burhan Toprak da aynı sıradadır.”
Ord. Prof. Hasan Reşat Sıgındım (Ender
Mermerci’nin babası), Ibnülemin Mahmut Kemal
Inal’ın babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa,
Nurettin Topçu’nun şeyhi Abdulaziz Bekkine,
Musevi doktor Salih Arazraki, Üzeyir Garih’in
diş hekimi babası Azra Garih, Devlet Bakanı Ali
Babacan’ın halası Hatice Suat Babacan’ın annesi
Naciye Hanım (Şeyh Yahya Dergahı’nın son
postnişini Abdulhay Öztoprak’ın eşi) da Küçük
Hüseyin Efendi’nin müritlerinden. Koç Holding’in
duayenlerinden Can Kıraç’ın eşi Inci Kıraç da
Küçük Hüseyin Efendi’nin torunlarından. Sevgi
(Koç) Gönül de Küçük Hüseyin Efendi’nin torunlarından
Sabiha Hanım’ın aile dostları arasında yer
aldıgını açıklamıştı.
ederdi
Mehmet Faik Erbil, Ismet Paşa döneminin
bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası
Şeyhülislam Hayri Efendi’nin Küçük Hüseyin
Efendi ile ilişkisini şöyle anlatıyor: “Küçük
Hüseyin Efendi Hazretleri’nin huzuruna, büyük
bir evliya oldugunu ögrenen Ürgüplü’nün babası
o devrin Şeyhülislâmı Hayri Efendi gelirler.
Hayri Efendi: “Efendim tahsiliniz nedir?” diye
sorarlar. Mübarek şu cevabı verirler: “Maksûd.”
Bunun üzerine Hayri Efendi istihza ile güler ve
şöyle söyler? “Aman efendim. Benim odacım dahi
maksûd dersini çoktan geçti.” Akabinde alaycı bir
tavırla anlayamadıgını ifade eder. Mübarek yine
“Maksûd evladım” cevabını verirler... Ürgüplü
Tekel Bakanı iken hakkında açılan dava karşısında
Küçük Hüseyin Efendi’nin makam-ı şerifine giderek
Allah’a şu niyazda bulunur: “Ey Allahım. Suçlu
degilim. Aile şerefimiz ayaklar altına alınmak
isteniyor. Huzurunda bulundugum mübaret zatın
yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni
kurtar” diyerek hüngür hüngür aglayarak, yapıştıgı
türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak
gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü baskıya
ragmen beraat kararını almıştır. Ondan sonra
mübaregi unutmamış ve fırsat buldukça ziyaretine
gitmiştir.
MHP lideri Alparslan Türkeş, 27 Mayıs
1960’daki askeri darbede yer aldıgı için 1970’li
yıllarda Demokrat Parti’nin devamı olarak bilinen
Adalet Partisi’nin mensupları tarafından hep
eleştiriye maruz kaldı. Ikinci bir eleştiri konusu da
Said-i Nursi’nin naaşının askeri idare tarafından
Urfa’daki mezarından bilinmeyen bir yere nakledilmesiydi.
Bu iki eleştiri de MHP lideri Türkeş’i
hep rahatsız etti. Türkeş, 27 Mayıs ve Said-i Nursi
olayı hakkında çeşitli açıklamalar yaptı. Başbakan
Adnan Menderes’in idamına karşı çıktıgını, Saidi
Nursi’nin naaşının ise kendisinin sorumlulugu
dışında nakledildigini belirtti. Said-i Nursi’nin
mezarının herkesçe bilinmeyen bir yere defnedilmesi
hususunda talebelerine vasiyeti vardı. Yine de
naaşının 27 Mayıs’tan sonra askeri idarenin talimatıyla
bilinmeyen bir yere nakledilmesi Nurcu çevrelerde
eleştiri konusu yapıldı. Türkeş, Said Nursi’nin
kayıp mezarı hakkında sorulara muhatap kaldı.
Uzun yıllar suskunlugunu koruyan Türkeş, gazeteci
Hulusi Turgut’a 1995 yılında anlattıgı anılarında
kayıp mezarla ilgili açıklamalarda da bulundu.
Mehmet Faik Erbil 27 Mayıs hakkında
Türkeş’in söylediklerini şöyle anlatıyor: “Rahmetli
27 Mayıs 1960’ı, özetli ifade edersem şöyle anlattılar:
“27 Mayıs harekâtı dogruydu ve makbulümdür.
Zirâ halkımız kardeş kavgasına sürükleniyordu.
Nitekim, kahvelerine kadar kamplara ayrılmıştı.
Vatanın bütünlügü tehlike arz ediyordu. Içeride
hainler, dışarıda düşmanlarımız, sevinç tezahürleri
göstermekteydi. Rahmetli Adnan Menderes’i ziyaretimde
kendileri bana harekâtı tasvip ettiklerini ve
imzasını taşıyan kendi el yazısıyla bunu teyit etmek
istediklerini beyan ettiklerinde sanki biz tazyikle
bunu yazdırmışız gibi bir durum meydana gelir
düşüncesi ile oldugu kadar aynı zamanda fitneye
de yol vermemek için istegi kabul edemeyecegimi
söyledim. Ayrılırken rahmetlinin düşmanı olmadıgımızı
ve haklarında müspet düşündügümüzü kendisi
de fark etmişlerdi. Asıl fikrimiz; fitnenin bertaraf
edilerek, kardeş kavgasını önlemek ve vatanın
bütünlügünü korumak için üç sene iktidarda kalıp,
bu arada tahsisatını vermek suretiyle rahmetli
Adnan Menderes’i Isviçre’ye göndermek ve vaziyet
normale avdet edince tekrar vatana dönmesini
teminen seçimlere girmesini saglamaktı. Maalesef,
bu temiz düşüncemiz ihanete ugramıştır. 28 Mayıs
1960’ı şiddetle reddediyorum. Zira, zulüm yapıldı
ve nahak yere cana kıyıldı. Tarihi vesika olarak
Hindistan- Yeni Delhi’den devlet müşaviri sıfatı
ile çektigim telgrafta ve yazdıgım mektupta idamlarını
suret-i katyede tasvip etmedigimi bildirdim.
Ben 27 Mayıs’a kendilerine çok itimat besledigim
degerli bir paşamızın istegi ile dahil oldum. ‘Eger
sen aramızda olmazsan, bunlar iki satırı yazıp bir
araya getiremezler’ dedi. Paşamız da benim gibi iyi
duygular sahibi idi. Bunun için kabul ettim.”
Türkeş, 1995’de gazeteci Hulusi Turgut’a Said-i
Nursi’nin naaşının naklinin Milli Birlik Komitesi
toplantısında gündeme geldigini belirtiyordu.
Konuyu gündeme getiren - Içişleri Bakanı emekli
general Ihsan Kızıloglu’ydu. Türkeş şöyle diyordu:
“Ihsan Paşa elinde bir dosya ile geldi. Bir konuda
bilgi vermek istedigini söyledi. Paşanın Komite’ye
anlattıklarına göre, 27 Mayıs’tan önce, Urfa’da
vefat edip, oraya defnedilen Said Nursi’nin kardeşi,
kendilerine bir dilekçe vermiş, ismi Mehmet
olabilir, ama soyadı, kardeşinin soyadına benzemiyordu.
Dilekçe sahibi, ‘Ben Konya’da oturuyorum,
oysa agabeyimin mezarı Urfa’da. Sık sık ziyaret
etmek istiyorum, iki şehrin arası uzak oldugu için
her zaman ziyaret imkanı bulamıyorum’ demiş.
Paşa bize bunları anlattıktan sonra, ‘Said Nursi’nin
kardeşi kabir nakli istiyor’ dedi. Dilekçe MBK’da
Kızıloglu tarafından okundu. Komitenin izin vermesi
halinde, Cemal Gürsel Paşa’ya da arzedilecegini
belirtti. Milli Birlik Komitesi kabrin nakline
izin verdi. Olayın bize yansıyan şekli budur. Olayı
böyle biliyoruz. Kızıloglu’nun verdigi bilgi dışında
ayrıntı alamadım. Zaten 13 Kasım oldu, biz yurt
dışına çıkarıldık.”
Türkeş bu konuyu Arusilerin önde gelen isimlerinden
Mehmet Faik Erbil’le de konuştu.
Mehmet Faik Erbil, Said-i Nursi’nin naaşının
bilinmeyen bir yere nakledilmesi hususunda MHP
Lideri Türkeş’ten bilgi alıyor. Erbil, Said-i Nursi’nin
naaşının nereye nakledildigini belirtmekten kaçınıyor.
Erbil, Said-i Nursi Olayı’nı da Türkeş’in
agzından şöyle aktarıyor: “Said-i Nursi bahsine
gelince; Urfa’da Makam-ı Ibrahim’den naaşını
alıp..... nakletmemiz belki de dogru degildi. Kabir
nakli gece uçakla üç kişi tarafından yapılmıştır. (...)
Ikinci bir Kâbe yapılmasından korktugumuz için
böyle davranmak zaruretini duymuş olduk. Burada
niyetliyim halistir. Hata yaptıgımı düşünmüyorum.
Varsa, Allah’tan af dilerim.”
MHP Lideri Alparslan Türkeş’in oglu Tugrul
Türkeş, babasının ilk isminin Hüseyin Feyzullah
oldugunu reddetti. Aile içinde böyle bir hususun
bilinmedigini ifade eden Tugrul Türkeş şunları
söyledi: “Bu iddia 20-25 yıldır sol cenahtan rahmetli
babamın Kıbrıslılıgına yönelik bir itham
olarak gündem geldi. Ben babama ve kendime
pasaport çıkartmak için Kıbrıs’a gittigimde nüfus
kayıtlarına baktım. Böyle bir şeye rastlamadım.
Benim gördügüm kayıtlarda Alparslan olarak yer
alıyor. O yıllarda Alparslan ismi Kıbrıs’ta pek kullanılmıyor.
Bu nedenle Ali Arslan olarak bir ara
kullanılmış aile etrafında. Soyadı kanunu çıkınca
Türkeş soyadını almışız. Amcamlar o dönemde
Adana’da oturuyorlardı. Haberleşme imkanı kıtlıgı
yüzünden bir yanlış anlama nedeniyle amcamlar
Türkiş soyadını almışlar. Babamın Lefkoşe’de
dogdugu yıllarda çocuklara iki isim veriliyor, birisi
babanın ismi olur hep. Bu durumda Alparslan
Ahmet Hamdi olması lazımdı. Hem babama bu iki
zatın ismi verilmiş olsaydı, neden degiştirsinler ki,
bu zatlara saygısızlık olmaz mı?”
Mardin’i unutamadı
Mehmet Faik Erbil’in verdigi bilgilere göre
Ömer Fevzi Mardin’in müritleri arasında Türkiye
Ögretmenler Birligi genel başkanlarından Ahmet
Sami Ayral da var. Buna göre Ayral, Arusi-yi
Selami Tarikati’nin önde gelen isimlerinden.
Mardin’den sonra şeyhlik makamına oturan eski
Kadıköylü olarak bilinen GS Divan Üyelerinden
Bedirhani’lerden Mustafa Aziz Çınar (vefatı
1979). Yine Abdulkadir Paşa olarak bilinen Kadri
Yıldırım Paşa Kadiri tarikatına mensup iken Arusi
oldu. 1980’de vefat eden Paşa Arusi şeyhlerinden
biriydi. Gümrük ve Tekel eski bakanı MHP’li
merhum Gün Sazak’ın eşi Nilgün Sazak da
Arusilere yakınlık duyan isimler arasında. Ömer
Fevzi Mardin’in sohbet halkalarına katılan ünlü
isimlerden birisi de kadın romancı-yazar Cahit
Uçuk. 1909’da Selanik’te dünyaya gelen Cahit
Hanım 2003 Ocak’ında Yapı Kredi Yayınları’ndan
çıkan “Erkekler Dünyası’nda Bir Kadın Yazar”
isimli anılarında Ömer Fevzi Mardin’den şöyle söz
ediyor: “Şimdi masamın üzerinde bana yıllardan
beri en ümitsiz günlerimde güç veren sıcacık ve
alçakgönüllü gülümseyişiyle bakan, adının üstüne
sadece ‘Allah kulu’ diye imzasını atan sevgili, aziz
büyügüm Ömer Fevzi Mardin’in resmi var. ‘Bu
kalem senin elinde mi? Sen yazmaya devam et
çocugum’ sözleri kulaklarımda çınlamakta.”
Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin’in Varlık
Vergisi’nin uygulandıgı 1940’larda zorda kalan
Museviler’e yardım edilmesini tavsiye ettigi ifade
ediliyor. Ismet Inönü’nün “siyasete karışmazsanız
hayatınız garanti altındadır” dedigi Ömer Fevzi
Bey, DP’nin kuruluşuna kadar siyasi konulardan
uzak kaldı, talebelerine de aynı şekilde davranmalarını
tavsiye etti. Ömer Fevzi Bey, 1946’da
Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra halk arasında
demokrasi bilincinin kökleşmesi için kitaplar
yazdı. 1942’de Kadiköy’de kurdugu Ilahiyat Kültür
Telifleri Dernegi, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler
arasındaki diyalogda etkili oldu. Mardin, 1950’de
DP iktidarında Kore’ye asker gönderilmesi kararını
da savunan bir din adamı olarak dikkat çekti. Bu
amaçla, “Kore Savunmasına Katılmamızda Dini
ve Siyasi Zaruret” isimli kitabı yazdı.
Ömer Fevzi Mardin’in mensubu oldugu
Mardinizadeler’den bazı ünlü isimler şunlar:
Ord. Prof. Ebulula Mardin, Prof. Şerif Mardin,
Betül Mardin, Yusuf Mardin ve Arif Mardin.
Arif Mardin, Küçük Hüseyin Efendi’nin müritlerinden
oldugu söylenen Merhum Büyükelçi
Münir Ertegün’ün oglu Atlantic Records’un patronu
Ahmet Ertegün’ün ABD’deki yakın çalışma
arkadaşı. Ünlü plak yapımcısı Arif Mardin meslek
yaşamının 7’nci Grammy ödülünü aldı. Atlantic
Records şirketinin başkan yardımcısı, yapımcı ve
bestekar Arif Mardin, Los Angeles’ta düzenlenen
galada Grammy özel liyakat ödülü olan ‘Trustees’
ödülünü de aldı. Ömer Fevzi Mardin’in annesi
Osmanlı’nın Hariciye Nazırları’ndan Halil Şerif
Paşa’nın kızı Leyla Şerife Hanım. Şerife Hanım
Osmanlı döneminin ilk kadın roman yazarı olarak
biliniyor.
MHP lideri Alparslan Türkeş’in Arusi Şeyhleri
Mustafa Aziz Çınar ve Mehmet Faik Erbil’le sık sık
görüştügü ortaya çıktı. Erbil, Türkeş için “Ekseriye
tek başına ve ara sıra da refikası ve evlatları ile
beraber sık sık fakirhaneye ziyarete gelirdi” diyor.
Kaptan-ı Derya Turgut Reis’in soyundan gelen
Erbil’in babası Ahmet Faruk Erbil de Rıfai-Uveysi
idi. Muhabere çavuşu Ahmet Faruk Efendi, eniştesi
Alay Kumandanı Miralay Ibrahim Hakkı Ertan
ile Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’na
katıldı. Heyemola adlı denizci türküsü de Erbil’in
ninesinin babası Bahriye Albaylarından Hacı Ali
Kaptan için yazılmış. Kaptan-ı Derya Süleyman
Paşa, Korgeneral Şükrü Naili Paşa, Ruşen Eşref
Ünaydın, Trablusgarb Valisi Turgut Bey, Ticaret
eski Bakanı Zeyyat Mandalinci, Kaptan-ı Derya
Cafer Paşa, Içişleri eski Bakanı Şükrü Kaya, Prof.
Mehmet Uluç da aynı aileden.
1930’larda Ömer Fevzi Mardin ile başlayan
ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden
Arusi-Selami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan
Mehmet Faik Erbil, Türkeş’in gizli dünyasında
önemli bir yer tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde
neşredilecek olan Mir’at’ül Hakaik (Hakikatlerin
Aynası) isimli eserinde Arusilik ve Türkeş hakkında
son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor:
“Hakikat hayatına dair bir misal: Alparslan
Türkeş Bey’in kendisine, bir büyük şehrin tapusunu
sana verelim, dünyaya döner misin deseler,
başını çevirip bakmaz bile. (..)Hususi görüşmelerimizden
birinde bize ‘Müslümanım ve Müslüman
olarak yok denildigi ve yerildigi zamanlarda varlıgını
dile getirdigim Türk ırkının mevcudiyetinin
saglam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine
ugradıgım dahili ve harici bütün tasallutlar eger
suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım’ diyen
merhum Türkeş’e şöyle dedik: ‘Cenâb-ı Allah itibarınızı
ziyadesiyle iade edecektir.’ Nitekim, fuzûli
yasakların kaldırılmasından sonra vefatına kadar
geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile
birlikte merhum Türkeş Türkiye’nin tutkalı, âdeta
gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından,
hattâ bir dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve
kabul edilmişti...
Cahit Uçuk gönderdi
DSP Eskişehir eski Milletvekili Mail
Büyükerman da üniversite yıllarında tanıştıgı
Ömer Fevzi Mardin’in sohbet halkalarında yetişti.
Mail Büyükerman’la Ömer Fevzi Mardin’i konuştuk.
Büyükerman hıçkırıklar ve gözyaşları içinde
“Üstadım” dedigi Mardin’i anlattı.
Hukuk Fakültesi üçüncü sınıftaydım. Edebiyata
ilgim vardı. Şeytanın Kuklaları isimli bir tiyatro yazmıştım.
Istanbul Şehir Tiyatroları’nda Dramaturg
Heyeti’nin önüne çıktım. Heyet, oyunumun Şehir
Tiyatroları’nda sahneye konulup konulmayacagına
karar verecekti. Heyetin önünde oyunumu okumaya
başladım. Kapı açıktı, biraz sonra şık ve güzel
bir hanım girdi içeriye. Okumayı durdurdum.
Heyettekiler kadına büyük ilgi gösterdiler. Cahit
Uçuk’muş. Ünlü romancı, hikayeci ve oyun yazarı.
Oyunumda ilahiyatla ilgili ibareler vardı. Bu vesile
ile Cahit Hanım onlara Ömer Fevzi Mardin’den söz
etti. Israrla Mardin ile tanışmalarını istedi. Benden
de mutlaka Mardin ile tanışmamı istedi, kendisinin
de bu konuda yardımcı olacagını söyledi.
Ruhi bir arayış içindeydim. Kadıköy
Çukurbostan’da, 31 Agustos Sokak’ta 31 numaralı
evin kapısını çaldım. Narin, ince yapılı, rahibe gibi
bir kadın açtı kapıyı. Içeri girdim. Tanıştık. Cahit
Uçuk hanımın tavsiyesiyle geldigimi söyledim.
“Ben buraya bir tecessüs, merak için gelmedim,
manevi ihtiyacım için geldim” dedim. Pek sevindiler.
Sohbet ettik. Bana kendi yazdıgı ilahiyat
külliyatından verdi. Kıştı. Çıkarken paltomu tuttu,
engellemek istedim, “Ben tutacagım, ev sahipliginin
geregidir, hem bana mutluluk verir” dedi.
Ziyaretlerim haftada bir devam etti.
Katiyetle. Hiçbir gün ne Nakşilik’ten ne de
Arusilik’ten söz etti. Sadece Kur’an’ın insancıllıgından
bahsederdi. Okulu bitirip 35. dönem yedeksubaylık
hizmetimi yaparken vefat ettigini ögrendim.
Üzeyir Garih cinayeti işlendikten sonra üstadımın
Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin müridi
ve halifesi oldugunu o zaman ögrendim. Benim
bir gazetede Ömer Fevzi Mardin’le ilgili bir açıklamam
üzerine Istanbul’dan bir telefon geldi. Bir
sanatkarmış, ismini söylemeyecegim. Çocukken
sık sık mezarlıkta barınırmış. Üstadımın mezarını
kelli felli adamların sık sık ziyaret etmeleri
dikkatini çekmiş. Daha sonraki yıllarda Üstadım’ı
araştırmış, kim oldugunu ögrenmiş. Bu şekilde
Üstadım’a karşı muhabbet duymuş. Ben bir kitap
yazdım Birinci Otuz diye. Kitapta Incil, Zebur,
Tevrat ve Kur’an’ın ortak yönlerini inceledim. Bu
kitabın meydana gelişinde Üstadım’ın bana ögrettiklerinden
çok istifade ettim. Önsözünde “Üstadım
büyük insan Ömer Fevzi Mardin’i rahmetle anarım”
dedim.
Ömer Fevzi Bey’in gözleri derinlere, uzaklara,
sonsuza dogru bakardı. Her zaman güleçti, tebessümlüydü.
Sesinde bir şefkat ve rikkat vardı. Kim
olursa olsun herkese iyilik yapmayı tavsiye ederdi.
Sade ve mütevazı bir kişiligi vardı. Zengin bir aileye
mensup olmakla birlikte küçük bir evi vardı.
Üstadım’la ilgili konularda bir şey söylemeyi ve
anlatmayı vecibe, vazife sayarım.
MHP lideri Türkeş’le özel ilişkisi bulunan
Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil, Amerikan savaş
gemisi Missouri’nin 1946’de Türkiye’nin ilk
Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini
Istanbul’a getirmesi konusunda ilginç bir açıklama
yapıyor. Ertegün ABD’de görev başında iken
vefat etmişti. Washington’un bir Türk diplomatın
cenazesi için en ünlü gemisini tahsis etmesi önemli
bir gelişmeydi. Oysa Arusi Şeyhi Erbil’e göre olay
şöyleydi: “ABD’nin suikaste ugrayan başkanlarından
Franklin Roosevelt’i öldürmek niyetiyle üzerine
ellidört veya ellibeş santim mesafeden suikastçinin
sıkmış oldugu beş kurşun biiznillah re’sen himmetiyle
hedef degiştirmiş ve bu suikastten Roosevelt
böylece kurtulmuştur. Çünkü Tarikat-i Nakşiye’den
meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri’nin dervişanından
Washington Büyükelçimiz rahmetli
Münir Ertegün vasıtasıyla Roosevelt’i himayesine
almış; onun gizlice Islamiyet’le müşerref olmasına
vesile-i rahmet olmuştur. Amerika’da vefat eden
muma-ileyhe, ABD tarihinde ilk ve son olarak
Missouri gemisiyle cenazesinin Istanbul’a kadar
getirilmesi bu himmetin minnet duygusunu ifade
eden bir kadirşinaslıktır”
Erbil, Ömer Fevzi Mardin’in Eva Peron hakkında
da mevlit okunabilecegi fetvasını verdigini
de kaydediyor. Erbil, Mir’at’ül Hakaik isimli kitabında
Roosevelt’in Müslüman oldugunu şu sözlerle
anlatıyor: “Ömer Fevzi Mardin Müslüman, Musevi
ve Isevi olmak üzere insanları üç koldan irşat etmişlerdir.
Zira bu ulu zat Veli-yi Mürşid-i Ekber’dir.
Şeriflerine bir misal olarak Tarikat-i Nakşiye’den
meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri’nin
dervişanından Washington Büyükelçimiz Münir
Ertegün Rahmetullah-ı Vasia vasıtasıyla Amerika
Başkanlarından rahmetli Roosevelt’in gizlice
Islamiyet’le müşerref olmasını zikredebiliriz. Vesile
teşkil etmişken, şu bilgiyi de verelim. Ahir ömründe
huzuruna gelip zikr-i şerife dahil olan meşhur
şairi azam merhum Abdülhak Hamit Tarhan’ı da bu
meyanda yadederiz. Her üçüne de Allah rahmetini
ziyade eylesin.”
“(..)Suikaste ugrayan ABD Başkanlarını konu
edinen 12 bölümlük bir tv dizisinde Roosevelt’in
eşi, yerli yabancı basın mensupları, eşinin hangi
dinden oldugunu sorup, Hıristiyan olup olmadıgını
ögrenmek istediklerinde, Başkan’ın eşi, kocasının
Hıristiyan oldugunu söylemeyince bu kez ısrarla,
o zaman hangi dinden oldugunu sual ettiklerinde
cevap vermeyip sükut ediyor.
Agır bir hastalıga yakalan Eva Peron için 8
Aralık 1951 tarihinde Istanbul Şişli Camii’nde
şifa bulabilmesi için mevlit okutuldu. Mevlit 13 yıl
Arjantin’de yaşayan bir Türk tarafından düzenlendi.
Mevlide Beyoglu müftüsü, Arjantin’in Istanbul
Başkonsolosu ve cemaatın yanı sıra 25 kadar
Arjantinli de katıldı. Bir gayrimüslim için mevlit
okutulup okutulamayacagı o dönemde tartışma
konusu oldu. Ömer Fevzi Mardin de Peron için
mevlit okutulabilecegi görüşünü savundu. Resmi
bir görevi olmamasına karşılık Saglık ve Çalışma
Bakanı gibi davranan Eva Peron, Arjantin sosyetesinin
yardım dernegine devletin bütçesinden
ayrılan ödenegi kendi adına kurulan vakfa aktararak
sayısız hastane, okul, bakımevi yaptırırken
Arjantin’in en büyük camiini de inşa ettirmişti..
Arjantin’de bilhassa üst sınıfın nefretinin odak
noktasında yer alan Eva, Arjantin Devlet Başkanı
Juan Peron’un eşiydi. “
Yanık kokusunu aldınız mı? Galiba şu
“Musa’nın bozkurtları” lafı da üfürme degil.
Ögreniriz. Hatta ögrendik bile; demek bunlar “Ey
Türk titre ve kendine dön” derken de bizim bilmedigimiz
bir dilde konuşuyorlarmış. Katılıyoruz ve
tekrarlıyoruz; Ey Türk titre ve kendine dön!
No comments:
Post a Comment