Seçtiğim bir yazı...
Yahudi faktörünün neler yapabileceğini anlatıyor.
OYLESINELAF@
--------------------
“Kendinden zuhur”, bu yüzyılın diyalektiğidir!
Bu bir teori olmaktan ileriye geçmiş, doğrulanmıştır; bütün ihtişamıyla zuhur etmiş ve çevik adımlarla yürümeye başlamıştır!
Bu evrede, dünya görüşümüze nisbetle söyleyebildiğimiz her “söz”, “diyalektik bir adım” oluyor; “asimetrik savaş” dahilinde, düşmanın en gelişmiş bombalarından daha tesirli vuruyor... Kelimeler “siccîl” gibi adeta, “ashâb-ı fîl”e galebe çalıyor! Tarih, bu tarihî süreçte oynadığı rol itibariyle böyle yazacaktır Akademya’yı... Bu hakikat, tarihin bugünkü baş döndürücü akışıyla da bütünleşince; dünya görüşümüzün tezlerini aktüel gelişmeler etrafında mütemadiyen işlemek şart oluyor...
Amerika’nın dindarlığının ne anlama geldiğini irdelemeye çalıştığım “Eksagon” başlıklı yazım yayınlandıktan sonra okuduğum bir gazete haberi, bu bahiste bir şeyler daha yazmam için icbar edici bir vesile oldu...
Önce haberi okuyalım:
«Bush'u Tanrı çağırmış!
Seçim kampanyası sırasında Tanrı'nın kendisini bu göreve çağırdığını söyleyen ve Başkan seçildikten sonra da Tanrı adını sık sık kullanan Bush'un dindarlığı Newsweek'e kapak oldu.
ABD'nin en dindar başkanı olarak nitelendirilen ABD Başkanı George Bush, bu yönüyle Newsweek Dergisi'ne kapak oldu. Başkanlık kampanyası süresince Tanrı'ya sığınan ve her konuşmasına Tanrı'nın adıyla başlayan Bush, ülkesini büyük bir savaşa sürüklediği şu günlerde yine dine sığındı. Babası da sıkı bir dindar olan Bush, 40'lı yaşlarında alkolden vazgeçip tövbekar olduğu zaman tüm boyutlarıyla dini keşfetti. Seçim kampanyası sırasında da kendisini bu makama Tanrı'nın çağırdığını belirten Bush, seçildikten sonra da konuşma yapmak için kürsüye her çıkışında dindarlığını ortaya koydu.
Newsweek, F-16 savaş uçakları Washington semalarında tur atarken, günün ilk ışıklarıyla uyanan Başkan'ın ilk işinin okumak olduğunu belirtiyor. Dergiye göre Başkan, sanıldığının aksine kendisine ulaştırılan istihbarat raporlarını değil, İncil ve İsa'nın öğretilerini içeren mini vaazların bulunduğu bir kitabı eline alıyor ve sessizce bir köşeye çekiliyor. Oswald Chambers'ın, 'Onun Yüceliği İçin Gayretim' isimli kitabından bölümler okuyarak güne başlayan Bush, Irak'ı vurmaya hazırlandığı şu günlerde de bu kitaptan güç alıyor.
17 yıl önce içkiyi bırakmamış olsa bugün Başkan seçilemeyeceğini belirten Bush, içkiden kurtulmasını da Tanrı'ya borçlu olduğunu dile getirmişti. Bush'un yakın çevresinden birisi
onun içkiyi bıraktığı günlerde, 'Elveda Jack Daniels, Merhaba İsa' dediğini dile getiriyor. Bush alkolü bırakarak hem evliliğini hem de ailesini kurtarmıştı.
Dindarlığı nedeniyle sert eleştirilere maruz kalan Bush, her Başkan'ın Tanrı'ya yakardığını ve onun lütfuna muhtaç olduğunu söylerken, lideri olduğu Cumhuriyetçi Parti'nin tarihinde ilk kez bu denli dindar biri olduğu belirtiliyor.
Newsweek'teki habere göre, başkenti yönetenler ve Bush'un destekçileri İncil'e inanan Hıristiyanlar olarak yarım yüzyıldan beridir ilk kez bu denli güçlü bir şekilde kontrolü ellerinde tutuyor. Bush'un danışmanlarına göre de pek çok Amerikalı ve dünya, onun inançları nedeniyle gözlerinin kör olduğuna inanıyor.»
Şöyle bariz bir yaklaşım farkı var: Yahudi-Hristiyan Batı dünyası, müslümanın dindar olanından rahatsız oluyor; dönüştürmeye, lâikleştirmeye çalışıyorlar... Buna mukabil, bir müslüman için yahudi veya hristiyanın dindarı makbûldür; nitekim İslâm hukuku, “ehl-i kitab”a ayrıcalık tanımıştır. Şu hâlde Buş’un dindar bir hristiyan olmasından rahatsızlık duymamamız lâzım; lâkin işin içyüzü başka...
Evvelâ kendileri tarafından yazılıp bütün dünyaya dayatılan uluslararası hukuka ve “lâiklik” prensiplerine aykırı, bir dine yaslanmaları...
“Kamu Düzeni Bakanlığı”nda, başvurumun görüşüldüğü toplantıda kendimi ifade ederken; “İslâmî bir dünya görüşüne sahibim, yazarım, terörle ve herhangi bir terör örgütüyle hiçbir ilişkim yok” demiştim. Hâzirûndan biri: “Siyasal İslâm var ama; değil mi?” soru cümlesiyle kibar bir ithamda bulundu. Ben de aynı kibarlıkta bir soru sordum: “Siyasal Hristiyanlık da var ama değil mi; meselâ Hristodulos (Yunan Kilisesi’nin Lideri), hükümetinizin bazı kararlarına muhalefet ederken siyaset yapmış olmuyor mu?”
Newsweek'teki haber doğruysa, Bush Hristiyansa eğer; “Siyasal Hristiyanlık” olduğu gibi , global çapta bir “Terörist Hristiyanlık” da var demektir!
Tekrar edelim; bir müslüman olarak, Buş’un veya bir başkasının dindar bir hristiyan olmasından rahatsızlık duymuyoruz... Keza bir müslüman olarak “anti semitist” de değiliz... İşin içyüzü başka; ortada apaçık bir nifak ve zulüm var, reddiyemiz bunadır!
Günde beş vakit ve 40 defa okuyarak Sünnet-i Seniyye icâbı “amin” dediğimiz Fatiha sûresinde Kur’an-ı Kerim “veleddâllîn” diyerek, “kendilerine inâm edilmiş” olan yahudilerin peygamberlerine nasıl ihanet ettiklerini ve “Kitab”larını nasıl tahrif ettiklerini haber vererek bizleri uyarıyor, dalâletten sakındırıyor... 2500 yıldır, bugün hâlâ bir “mesih” bekleyen yahudilere, kitabları müjdeliyordu bu “mesih”i... 2000 sene önce Hz. Yakub’un (AS) müjdelediği Hz.İsa’yı (AS) kabul etmediler. Onlar, kendileri için “güçlü” bir kurtarıcı bekliyorlardı; “bu zayıf adam mı bizi kurtaracak” dediler, Hristiyan müminlere en akıl almaz zulümleri yaptılar, Havarileri arenalarda arslanlara parçalattılar... İncil’e kulak tıkadılar; İncil’in müjdelediği “Rahmet ve Savaş” Peygamberi geldiğinde O’na ve ümmetine de zulmettiler, zulmetmeye devam ediyorlar...
Hz. İsa (AS) Peygamberlik vazifesini yüklendiğinde; sapkın Ferisî ve Sâdukî yahudiler, Roma’da zulmün tasdikçisi din baronlarıydılar; bir avuç samimi yahudi olan “Essenîler” ise onların gözünde yok edilmesi gereken anarşisttiler, bozguncuydular... Hz. İsa’nın (AS) doğumundan itibaren koruyucusu olan Hz. Zekeriya (AS) ve kendisine inanmış bu bir grup Essenî, Roma’nın zulmünden korunmak için dağların yüksekliklerinde ve çölün derinliklerinde gizleniyorlardı... Hz. Zekeriya (AS) vefat edince, Hz. Yahya (AS) önderliğinde; Roma valilerinin uykularını kaçıracak kadar güçlendi Essenîler... Hz. Yahya’nın (AS) şehâdetinden sonra da Hz. İsa (AS) risâlet tahtına oturdu ve göklere çekilene kadar bu sapkın yahudilerle mücadele etti, zulmün pâyitahtı olan Roma’yı sarstı. Dört İncil de (özellikle Yuhanna) bu mücadeleyi yazmaktadır.
Roma’nın Hristiyanlaşmasının kaçınılmaz olduğunu gören “yahudi”, kendi dinine yaptığını Hristiyanlığa yaptı bu kez ve Hristiyanlığı Romalılaştırdı, paganlaştırdı, siyasallaştırdı.
Daha sonra, 16. Yüzyıl’da ise Luther ve Calvin’in “kaynakçı”(!) reformları neticesinde Hristiyanlık Protestanlaştırıldı, yani yahudileştirildi... Hristiyan ahlâkının yerini alan bu “püriten ahlâk”, kapitalizm-emperyalizm canavarını da doğurdu...
“Yahudi Kilisesi” dediğimiz budur; Bush’un dindarlığı budur, topraklarımıza geliş amaçları İslâm’ı da yahudileştirmek, paganlaştırmak, yozlaştırmak ve kökümüzü kurutarak bizi de dönüştürmek, fosilleştirmektir; rahatsızlığımız budur, itirazımız bunadır!
Peygamber Efendimiz’den takrîben üç asır önce yaşamış olan “Tevhidciler”den Antakya Piskoposu şehid Aziz Lucian, Şehidler Kilisesi'nin kurucusu Aziz Danatus, Afrika Hristiyanlarının lideri Arius ve “Hâtem-ül Enbiya” mührünün şahidlerinden Rahip Bahira, ilk muhacir sahâbîlere kucak açan Habeşistan (Etyopya) kralı Ariusçü Necâşî, sonra reformist Calvin'in ihbarı sonucu İspanya Engizisyonu tarafından yakılarak öldürülen Tevhidci Servetus (ö.1513) ve F. David (ö.1579); teslisi reddeden, “Hâtem-ül Enbiyâ”yı öz ismiyle (Ahmed) haber veren Barnabas İncili; Yuhannâ İncili’nin: “Benim söyliyeceğim daha birçok şeyler var, fakat siz henüz bunlara tahammül edemezsiniz; Paraklitos (Tesellî edici, Müjdeci; Ahmed!) geldiği zaman sizi her hakîkate ulaştıracaktır” (16; 12-13) âyetleri, hatta Pavlos’un “Korintoslulara birinci mektub”un, 13. bâbının 8. âyeti ve devamındaki: “Sevgi sona ermez, fakat peygamberler sona erecektir, diller de kaybolacaktır, ilim de iptâl olunacaktır. Zîrâ biz bunların ancak çok az bir parçasını biliyoruz, fakat, o kâmil olan geldiği zaman, cüz'î olan yani bütün yarım kalan ve kusurlu olan bilgiler ortadan kalkacaktır!” ifâdeleri... Ne kadar saklamaya çalışsalar da çok rahatsız ediyor bu Yahudi Kilisesi’ni...
500 yıllık gerileme ve fetret devri sona erdi İslâm medeniyetinin! Bu arada denenmedik hiçbir şey kalmadı; hiçbir deneme insanlığa yar olamadı! Şimdi yeniden ve sadece İslâm sarsıyor emperyalizmin kalelerini! Sadece İslâm yeniden yepyeni bir medeniyet kaynağı olarak doğmuş bulunuyor! Budizm, Hinduizm gibi dinler(!) ile sayısız esoterik inanç sistemleri ve bilinen bütün ideolojiler artık birer kült haline gelmiş, fosilleşmiş, taşlaşmışlardır. Kuru dallar baharda yeşillenir yeniden; fakat taşlaşmış olanlar, üzerlerinden bin bahar da geçce yeşeremezler, bir medeniyet vaad edemezler artık!
Kezâ Ortodoksi de etnik parçalanmaya uğramış, dağılmış ve içine kapanmış, muhafazakârlaşmış, bağnazlaşmış, bir medeniyet sıçraması yapacak hiçbir mecali kalmamıştır. Yunan Kilisesi meselâ, Atina’ya bir cami yapılmasını engellemeyi marifet bilmektedir; ve fakat havralar ve “eksagon” kiliseler her köşe başına dikilmektedir. İstanbul Kilisesi ise kelimenin tam anlamıyla bir “Yahudi Kilisesi”dir artık; siyasi hırs ve hevesleri peşinde koşmakta, sadece politika yapmaktadır. İstanbul’daki Yunan azınlığın haklarını korumak vazifesini de ifa etmemiş; isterse bir tane bile Yunan azınlık kalmasın İstanbul’da, yeter ki ben “ekümenik patrik” olayım hevesi peşinde koşmuş ve koşmaktadır. Amerikan saldırganlığına karşı hiçbir etkinlikte bulunmayan Papa Hazretleri (Roma), ayıp olmasın kabilinden yarım ağızla savaşı kınadığını söylerken; Patrik Hazretleri bu kadarını bile yapmıyor, baba-oğul Bushlarla çok iyi dost olduğu, Amerika’ya Bush’un özel uçağıyla gidip geldiği, Patrikhane’nin Özal zamanında Baba Bush tarafından onarıldığı (onarım yasağı Türkiye’nin bir ayıbıdır; bu ayrı bir bahis), Halki için ABD merkezli bir faaliyet yürütüldüğü biliniyor. (Halki Papaz okulu ve Patrikhane, Türkiye’nin bağımsız olmadığının tescili olarak ilga edilmiş olan Hilâfetle beraber çözülebilecek bir meseledir. Türkiye bağımsız olsaydı şâyet, Patrikhâne’nin ve Heybeliada Papaz Okulunun muadili bir talebde bulunabilirdi Yunanistan’dan; Atina’ya bir İslâm Üniversitesi açmak karşılığında papaz okuluna evet diyebilirdi meselâ; bu da ayrı bir bahis...) Türkiye’nin kendisine düşman olarak Yunanistan’ı görmesi bile başlı başına bir hamakattir, ayıptır aslında. Hemen söyleyelim; bu faaliyetlerin başarıyla sonuçlanması hâlinde, Ortodoksi’nin de başarısı olmayacak bu! Bartelomeos’a giydirilecek olan ekümenik cüppe “eksagon” yıldızlarla süslü olacak, Ayasofya “Yahudi Kilisesi” olacak; şimdi hiç olmazsa bir hayâli var, o zaman hayâllerini bile yitirmiş olacak Ortodoksi!
Bugün Türkiye’nin parçalanması konuşuluyor...
Televizyon kanallarında general emeklilerini dinledikçe, “bunlar bunadıkları için mâlûlen mi emekli edildiler acaba” duygusuna kapılıyor insan... Org. Özkök’ün “tezkere” konuşmasını dinleyince; bunun malesef böyle olmadığı, Kenan Evren’in de bir istisna olmadığı; bunların hepsinin vizyonlarının(!) müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edildiği bir kez daha aynelyakîn görülmüş oldu. Tezkere oylaması öncesinde MGK’dan bir tavsiye kararı çıkartmayarak bütün vebali AKP’liler nezdinde müslümanların sırtına saracaklardı. Müslüman AKP’liler, hiç umulmadık bir şekilde mecliste bu oyunu bozunca, apar topar bu konuşmayı yapmak zorunda kaldı Özkök.
Bugün Türkiye’nin parçalanması konuşuluyor...
Bölünme tehlikesini Kürtlerden beklemek bir hamakâttir; bunu önlemek için Kürtlerle kardeş olduğumuzu hatırlamak kâfidir! Savaşı önlemek için keza Araplarla kardeş olduğumuzu hatırlamak kâfidir. Amerikan saldırısının hedefi Irak değil sadece; ve Türkiye sadece Doğu’yu ve Kıbrıs’ı kaybetmekle kalmayacak, asıl İstanbul işgâle uğrayacak!
“Gayesine ermemiş savaş bitmemiş demektir”; Batı, bin yıllık “değişmez hedefler”i peşinde koşuyor, yarım kalan savaşı tamamlamaya hazırlanıyor. Bir “Kırmızı Kitab”dan bahsediliyor; Türkiye’nin de değişmez bir “millî siyaset belgesi” olduğu, iktidar olan herkese MGK’larda bu belgenin öğretildiği, Erbakan Hoca’ya öğretildiği gibi Tayyib Bey’e de öğretileceği söyleniyor... Fakat Tayyib Bey’in, bu Kırmızı Kitab’ın, mezkûr “Millî Siyaset Belgesi”nin aslını Vaşington’da, Brüksel’de ve Telaviv’de çoktan okuyup ezberlediğini anlıyoruz hâl ve hareketlerinden... Evet, Türkiye’nin bir millî siyaseti olmadığını; varolan “Millî Siyaset Belgesi”nin dış mihraklar tarafından yazıldığını iddia ediyorum! Böyle olmasaydı GK’ın Amerika-İsrail safında yer almaktan başka bir alternatifi, bir B Plânı da olurdu; olmadığını Org. Özkök’ün ağzından dinledik! Dış mihraklarca yazılmış bu “millî”(!) siyaset belgesinde İstanbul’un, “dinler ve kültürler şehri” diye yakışıklı bir isim altında Yahudi Kilisesi’ne teslim edileceği de yazıyor; bunu da iddia ediyorum! Zaten olmayan demokrasi büsbütün rafa kaldırılacak, artık alenen bir “Dönme Derebeyliği” kurulacak ve Türk’ü önce Haymana Ovası’na hapsetme, sonra da geldiği yere, Orta Asya steplerine postalama hedefine nail olacaklardır. “Türk” derken, “Türkçü” olmadığımızı söylemeye gerek yok; “Türk”ü “müslüman” anlamında kullanıyoruz, çünkü “Türk”ün bütün Batı dillerindeki karşılığı “müslüman”dır...
“Kendinden zuhur”, bu yüzyılın diyalektiğidir!
Bu bir teori olmaktan ileriye geçmiş, doğrulanmıştır; bütün ihtişamıyla zuhur etmiş ve çevik adımlarla yürümeye başlamıştır!
Bu evrede, dünya görüşümüze nisbetle söyleyebildiğimiz her “söz”, “diyalektik bir adım” oluyor; “asimetrik savaş” dahilinde, düşmanın en gelişmiş bombalarından daha tesirli vuruyor... Kelimeler “siccîl” gibi adeta, “ashâb-ı fîl”e galebe çalıyor!
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Latin Amerika ülkelerinde de “emperyalizmin öncü keşif kolu” rolünü üstlenen Yahudi Kilisesi’nin papazlarına, Hazret-i İsa’nın Ferisiler için söylediği sözü söylüyordu Zapataların lideri Samuel Ruiz:
- “Engerekler”!!!
Bu sözü söyleyen Samuel Ruiz, kendisi de bir Hristiyan Papazıydı; ve bir soru soruyordu:
- “Kim, zulme destek olan bir sükûtun Hristiyanlık olduğundan bahsedebilir?"
1 comment:
slm kly glsn efendim sizinle en kısa zaman da görüşe bilirmiyiz...
Post a Comment