Monday, June 26, 2006

Fehmi Koru'nun Bilderberg İzlenimleri - 6

Bilderberg neden yazılmaz?
Fehmi Koru

Toplantıya dâvet edilmem ülke içerisinde hayli gürültü kopardı. Bilderberg yolculuğum, Türkiye'den bir internet sitesinin örgütü çok yakından izleyen bir gruba yönelttiği, "Acaba neden çağrılmış olabilir?" sorusu sebebiyle uluslararası kamuoyunun da dikkatine sunulmuş oldu.

Bu yıl Bilderberg toplantısına benden başka beş kişi daha katıldı Türkiye'den: Koç Holding'in patronu Mustafa Koç, Boyner Holding'ten Ümit Boyner, Ak Parti İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, ARI Grubu lideri Kemal Köprülü ve Bilgi Üniversitesi'nden Sabah yazarı Soli Özel...

Toplantı bitmiş, Washington'a gidecek Soli Özel bizden önce yollara düşmüş, havaalanına gitmek üzere aracımızı beklerken, Mustafa Koç, Ahmet Hakan'ın o gün Hürriyet'te çıkan yazısını Blackberry cihazından teker teker hepimize okuttu. Ahmet Hakan, "Bilderberg Fehmi Koru'yu dâvet ettiğine, Fehmi Koru da dâveti kabul edip gittiğine göre bir büyük komplo miti sona erdi" diyordu özetle... Keşke hayat bu kadar düz olsa Ahmet... Yazıyı beğenen Ümit Boyner, bana dönüp, "Siz de yazmayı düşünüyor musunuz?" diye sorduğunda şu cevabı verdim: "Elbette yazacağım."

Haklarını yemeyeyim, grup üyelerinden biri bile, "Sakın yazma" demedi.

DÂVET EDİLECEĞİMİ ÖNGÖRMÜŞTÜM

Arkamdan "Katılmam demişti, katıldı" türü nice yâveler okudunuz. Okuduklarınızın çoğu gibi bu iddia da fostu. Bakın, bir yıl önce (13 Mayıs 2005), Bilderberg konusunda kendimle ilgili nasıl bir öngörüde bulunmuşum:

"Ara sıra, 'Acaba beni ne zaman dâvet ederler?' beklentimin depreşmesinin sebebi bu işte. Öyle ya, üç yıldır üzerindeki 'esrar perdesi' Türkiye sayesinde hafifçe aralanıyor Bilderberg'in, aranızda kabul etmeyenler çıksa bile, ben bu gelişmeyi biraz da kendime bağlıyorum... Eğer bu bir hüsnü kuruntu değilse, adamlar belki de, 'Onu da çağıralım da ilgisi iyice pörsüsün' diyebilirler... / Şimdi yazacağımı ise hüsnü kuruntu sayabilirsiniz: Üç yıldır yaşanan gizliliğin adım adım delinmesi olayını, toplantı planlayıcıları arasında bulunan bu sütunun tiryakisi bir Bilderbergçi'ye borçlu olabiliriz; adam (veya kadın) oraya beni de dâvet edebilmek için, bu üç yılı bilerek yaşatmış olabilir örgütüne..."

O gün yazarken içimde 'acaba?' sorusunu taşıyor olsam bile, bugün yüzde 100 doğru olduğuna inandığım bir öngörü bu. Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, sağolsun, her şey olup bittikten sonra yazdığı yazıda, Bilderberg'e dâvet edilmem sürecini şöyle özetlemiş: "Türkiye'den Bilderberg'e gidecekleri, çok tanınmış iki üç iş insanı belirler. / Bu çevre, bu yıl Türkiye'den gidecekler arasına Yeni Şafak Gazetesi'nin yazarı Fehmi Koru'yu da ekledi. / Bana göre güzel bir karardı."

ULUSLARARASI SORUN DA OLDUM

Toplantıya dâvet edilmem ülke içerisinde hayli gürültü kopardı, bunu az çok biliyorsunuzdur. Bilderberg yolculuğum, Türkiye'den bir internet sitesinin örgütü çok yakından izleyen bir gruba yönelttiği, "Acaba neden çağrılmış olabilir?" sorusu sebebiyle uluslararası kamuoyunun da dikkatine sunulmuş oldu.

Gruptan Tony Gosling'in beyan ettiği tahmini şu: "Bilderberg'i yüksek sesle eleştiren birinin neden dâvet edilmiş olabileceğini soranlar çıkıyor; cevabım ancak eleştirileri en etkili olanların dâvet edildiğidir. Bilderberg'in en korktuğu, dünya basınının merceği altına alınmaktır. Koru, sessiz kalmaya ve kendileriyle 'dost' olmaya ikna etmeleri gereken biri. Bilderberg toplantısının ana amacı, özel bir halkla ilişkiler taktiği kullanarak, Koru gibi serseri mayınları kendilerinin NeoLiberal Küreselleşme, Dünya Hükümeti gündemlerine dahil etmektir."

Güzel bir cevap ama, Tony Gosling'in yaptığı da bir tahminde bulunmaktan ibaret. Bildiğim kadarıyla, sert eleştirileriyle tanınmış birinin toplantıya dâveti Bilderberg tarihinde bir ilk; benden önce böyle bir dâvet daha olmadı ki, "Ancak eleştirileri çok etkili olanları dâvet ederler" denilebilsin...

Ona yöneltilen benimle ilgili "Acaba neden dâvet edildi?" sorusu hâlâ cevabını bekliyor. Aklımdan, hepsi de gönlüme hoş gelen onlarca muhtemel sebep geçiyor, soruya kendim cevap vermeye kalktığımda; özellikle Ottawa'ya gittiğim günden başlayarak medyada sürdürülen tartışmalara baktığımda ise olumsuz tahminler yürütmem gerektiğini anlıyorum. Kısacası, "Neden dâvet edildi?" sorusuna herkesi -ve kendimi- tatmin edecek kestirme bir cevabım yok...

En mâkul açıklamayı dolaylı da olsa Ertuğrul Özkök Hürriyet'te çıkan benimle ilgili yazısında verdi. Bilderberg'in dâvetini 'güzel', benim dâveti kabulümü de 'yürekli' diye nitelendiren Doğan Medya Grubu'nun önemli adamı, "Gelsin, Hürriyet'in ve Doğan Medya Grubu'nun haber ve sayfa toplantılarına da katılsın" teklifinde bulundu aynı yazıda. Bir gazetenin ve yayın grubunun mahrem toplantılarını başka bir gazetenin mensubuna sonuna kadar açması âdetten değildir; bu jest grubunun bana güvenini göstermesi bakımından önemli. Teklif olarak kalacak olsa da güzel bir jest.

"Acaba" diyorum, "Bilderbergçiler de benzer bir değerlendirmeden hareketle ve 'gelsin-görsün-yazsın' düşüncesiyle beni toplantılarına dâvet etmiş olmasınlar?"

GELECEK YIL İSTANBUL'DA

Aslında, Bilderberg'e katılan gazetecilerin kendilerini bağlı saymaları gereken kural o kadar da ters ve geleneklere aykırı değil. Dâvetlilere gönderilen ilk belgeden başlayarak sürekli uyarıldığınız, toplantılar sırasında yansıtmalarla da hatırlatılan tek bir kural var: "İşittiklerini yazma" diyen yok, yalnızca "Yazarsan, hangi görüşün kime ait olduğunu belirtme" deniliyor. Yani insanlar konuşurken kendilerini söylediklerinden dolayı hesaba çekilecekleri baskısından uzak hissetsinler diye konulmuş şu ünlü 'off-the-record' kuralı... Son üç yıldır, katılanların adlarını ve içeride hangi konuların ele alındığını toplantı bittiğinde kendileri açıklıyorlar zaten... Bu bakımdan, günlerdir burada yazdıklarım, toplantıda ele alınan konulara dair aktardıklarım, Bilderbergçilerin kurallarına aykırı değil...

Öyleyse, o kadar önemli gazetecinin katıldığı toplantı neden dünya medyasında hemen hiç yer almıyor? Toplantıya her yıl dâvet edilen gazetecilerin sessizliği onlara farklı bir kural uygulandığını düşündürüyor. Belki de sürekli dâvet edilmeyi ancak susarak garantiye alabiliyorlar. Bir defalığına çağrılan gazeteciler ise, muhtemelen, daha sonra yeniden çağrılmayı umarak sessiz kalıyorlar...

Çok insanî bir duygu bu. Ancak televizyon ekranlarında izleyebileceğiniz dünya liderleriyle aynı mekânda bulunmak, birlikte yemek kuyruğuna girmek, aynı masayı ve sohbeti paylaşmak, kendilerine ilk isimleriyle hitap edip soru yöneltmek... Yazılarını ve kitaplarını okuyup durduğunuz araştırmacı, düşünür ve politika kuramcılarıyla görüş alışverişinde bulunmak... Ülkelerinde karar alma mekanizmaları içerisinde yer alan bürokratlar veya uluslararası örgüt yöneticilerinin ağzından öngörüler dinlemek...

Sadece müthiş bir "Sonunda bu işi becerdim" duygusu vermez bu gelişme bir gazeteciye, aynı zamanda gözünü açarak meslekî performansına da olumlu katkılarda bulunur. Sürekli katılan biri olmayı, tatillerini büyük patronlarla, dünya liderleriyle geçirmeyi de hayal ediyordur çağrılan meslektaşlar...

Gelecek yıl Bilderberg toplantısı İstanbul'da yapılacak; Ottawa'dan "İstanbul'daki toplantıda da buluşalım" temennisiyle uğurlandım. Eğer yine çağırırlarsa, Bilderberg'in İstanbul toplantısından izlenimlerimi de yazarım.


BİTTİ

No comments: