Friday, June 16, 2006

HUSUSî SAVAŞ VE AMERİKAN HÂKİMİYETİ -Demokratik İdealler Masalı ve Emperyalizm-



Allah encamımı hayrleylesin, bugün ABD ile ugraşan ikinci yazı bu:))
Yusuf Küpeli'nin yazısı ile birlikte okumanızı tavsiye ederim.
OYLESINELAF@


· "Savaş, Siyasetin Başka Araçlarla Devamıdır.”

Üstad Necib Fazıl, “hayat bir taarruzdur” der; Kumandan Mirzabeyoğlu, "savaş, insanın kaderidir”... Bizim için ne kadar tabiî ve o ölçüde de değersiz gözüken “adım atma” bile, bacağımızın, üzerine baskı yapan bilmem kaç bin m³’lük hava basıncına karşı bir taarruz, onun bizi hareketsiz kılmaya çalışan gücüne karşı verilmiş bir savaştır. İnsan devamlı, ufka doğru ilerler, yerinde durmaz. İnsanlardan meydana gelen devlet de böyledir. Devlet de ufka doğru ilerlemek, genişlemek ister. Siyaset işte bu noktada doğar. Bu ilerleme, genişlemenin sebebini ve tatbik şekillerini, niçin ve nasıl’ını ortaya koyar. Eğer gücü yetişiyorsa hemen yürür, gücü o ân yeterli değilse veya şartlar hazır değilse yürümek için durur. Nereye yürüyeceği “strateji”dir; nasıl yürüyeceği ise “taktik”... Prusyalı General Clausewitz, “Savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir!” der. Kontrolü kaybetmeden yapılan savaş veya barış, hep o “devlet siyaseti”nin, “büyük strateji”nin taktik safhalarıdır.

Her devletin bir "devlet siyaseti-stratejisi" vardır. Bunlar diğer devletlerce bilinebilirler veya bilinmezler; Yunanistan’ın “Megalo İdeası”, Rusların Akdeniz düşü vesaire... Ve bütün devletler de stratejilerine uygun olarak hamleler yaparlar.

Bir devlet nasıl genişler; büyür?

Alman siyasî coğrafyacı F. Ratzel’in –1.bölümde kaydettiğimiz- devletin genişlemesi hususunda ortaya koyduğu görüşleri, hatırlarsak, kültürünün yayılması, küçük devlet-çiklerin ilhakı veya kuvvet kullanımı yolarıyla bu genişlemenin olacağını görürüz; gerçekten de bunları tatbik etmeyen bir devlet büyüyemez. Mamafih; Ratzel, “hayat sahası” diye bir nazariye ortaya atmışsa da, hakikatte bu, genişlemek isteyen bir devletin tercih edeceği tarzları ve bunun niçin’ini gösteren bir “şıklar demeti” dışında birşey değildir; Ratzel, derlitoplu bir tablo oluşturmuştur sadece. Birliğini ancak sağlayan Almanya ise, paylaşılmış bir dünyada nasıl bir yol takib etmesi gerektiğini, (jeopolitik)i dünyaya gösteren –tanıtan ilim adamları sayesinde bulmaya; Ratzel’in, Kjellen’in ve Hausehofer’in bunlara katılan diğer (jeopolitik)çilerin fikirleri doğrultusunda, “Reıch” hayâlini gerçekleştirmenin taktik ayaklarını tesbit etmeye çalışıyorlardı. Alman (jeopolitik)çiler, Avrupa’da “tek devlet”in, Almanya’nın hâkim olması gerektiği (“hayat sahası” nazariyesi gereği) üzerinde hem fikirlerken, bu stratejinin taktiklerinde ayrılıyorlardı. Bunun tipik bir tatbikatı, Osmanlı Devleti’ne karşı uygulanan siyaset idi:

"-Yakındoğu politikası, Alman emperyalizminin izlediği sömürge politikasının tipik bir örneğiydi. Alman tekelleri açısından gittikçe daha çok önem taşıyan bir sömürü alanı olan Osmanlı Devleti’nde, Alman emperyalizmi büyük ölçüde dolaylı sömürge yöntemlerinde başvurdu. Ve burada izlenen yöntem Bağdat demiryolu stratejisi olarak biliniyordu. Bu stratejiyle Alman emperyalizmi Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün önemli yerlerini elde edecekti." (1)

Bu siyaset-taktiğe diğer devletler “barışçı nüfuz” (Penetration pacıfique-friedliche Durch dringgung) ismini vermişlerdi. Almanya’nın Afrika’da çok az verimsiz kolonileri bulunmaktaydı; Çin ve Hindistan’a gidecek ve sömürgeleştirme faaliyetinde bulunacak donanması da yoktu. Fakat, Ortadoğu (ve zanginlikleri!) yakındı ve ona ulaşabilirdi. Ortadoğu ise, Osmanlı ve İran idi; Avrupa’da hâkim olacağına göre, Osmanlı ile sınırdaştı! Fakat bir savaşla Osmanlı’yı ele geçirmenin o günkü şartlarda imkânı yoktu; Berlin Andlaşması ortadaydı; Rusya’dan Osmanlı’yı kurtarmak için diğer devletler ittifak yapmışlardı. Yani ortada paylaşılacak bir “hasta adam” vardı ama, kimse, diğer devletlerin hepsini karşısına almadan bu parçalama-işgal işine girişemezdi.

Demiryolunun inşaı; Osmanlı Devleti’nin ülkede “imtiyazlar” ile demiryolu inşasına girişmesi, bu iki devleti biraraya getirdi. Sultan Abdülhamid, İngiltere ve Siyonizme karşı Alman kartını masaya sürerek, demiryolu inşaını, bilhassa Hicaz demiryolu imtiyazını Almanlara verdi; Almanlar için ise bu bulunmaz bir nimetti; Ortadoğu’ya sarkmanın “meşru ve barışçı” yolu idi. “Barışçı nüfuz”da, “sömürülen devlet şeklî bağımsızlığını muhafaza ederken, emperyalist sömürgeci güç, bütün kritik ekonomik, askerî, siyasî ve kültürel mevzileri elinde tutmayı” (2) hedefler.

Anlaşılacağı üzere, hedef belirlendikten sonra, iş “âlet”in seçimine kalmıştır; Afrika gibi, kabilelerden ve ihtilaflardan müteşekkil kıtada Batılılar “barışçı nüfuz”a hiç sapmadan direkt müdahale-işgal ile sömürgeler meydana getirirken, Osmanlı Devleti gibi (jeopolitik) ve “geniş Pazar”da, hepsinin gözü orada olduğundan “nüfuz sahaları” teşkil ederek sömürgeleştirmeyi uygun görmüşlerdir. Bu tarz tatbikatın “babası” Almanya’dır. Ve ne garibtir ki, I. ve II. Dünya Savaşları’nda Almanlara karşı savaşan Amerika, hususen 1947’den sonra, gizli servis teşkilatlanmasından, “demokrasi ihracına” kadar, Almanların tatbik ettiği tarzları kopyalamıştır!

·

Amerika ve dünya jandarmalığı/hâkimiyeti... Dünyanın her yerinde Amerikan askerî uçak üsleri, ticarî şirketleri ve muhibleri olan Amerika, bunu nasıl sağladı, nasıl devam ettiriyor?! En yakın savaşın üzerinden 50 sene geçti; bu arada ne lokal savaşlar cereyan etse de, devletlerin birbirine topyekûn tokuşması yaşanmıyor. İki Dünya Savaşı da (birincisinde Osmanlı Devleti de sözkonusuyken) Almanların “tek dünya-devlet” idealine karşı bir isyan (!) gibi gösterilmiş ise de, işte şimdi de “tek devlet”, Amerika hâkimiyeti olmasına rağmen, niye savaşlar cereyan etmiyor?! Herkes yoksa, “Amerikan demokrasisi/hâkimiyeti”nden memnun mu?!

Bunun cevabı oldukça basittir. Kimse Amerika’yı karşısına almaya cesaret edemiyor! Biliyorlar ki, Amerika, “kuralsız savaşır”, yüze gülerken sırtından hançerler! Peki bunu nasıl yapar?

Buyrun; açılıyor “pandoranın kutusu”...

"HUSUSÎ SAVAŞ”-SINIRLI SAVAŞ VE AMERİKA

Amerika’nın dünya jandarmalığının en önemli sacayağı, “hususî savaş-sınırlı savaş”tır. Bu tarz savaş, açıktan yapılmaz; gizlice sızarak, hatta meşru anlaşmaların hilafına meşru anlaşma yapılan devlet(ler) içindeki birtakım operasyonlardır. “Hususî savaş”ın, Pentagon tarafından muhtelif zamanlarda “Gayr-i nizami harb, sınırlı harb, ayaklandırmaları bastırma harekâtı, Kontrgerilla savaşı, yabancı iç savunma, düşük yoğunluklu savaş” olarak isimlendirilmiştir. İsimlendirilmesinden de anlaşılacağı üzere, “hususî savaş”, içinde psikolojik harbin de olduğu askerî veya askerî olmayan faaliyetleri ihtiva eder.

Amerika’yı bugünkü hâle getiren, gizli servislerinden (jeopolitik) nazariyelere kadar herşeyle ilgilenen, tabiatıyla “hususî savaş”ı da “teori-pratik” hâlinde geliştiren Alman uyruklu Yahudi Henry Kissinger’dir:

"-Uzun menzilli, çok süratli ve hareketli modern silahlarla birlikte Amerikan topraklarının geleneksel ulaşılmazlığı da sona erdi. Birleşik Amerika’yı termonükleer silahlar tehdit ettiğine göre, bu tehlikeyi bizden uzak tutmak için savaşmalıyız. Global harb yerine, Birleşik Amerika’nın topraklarından uzakta, MÜTTEFİKLERİMİZİN ve DÜŞMANIN TOPRAKLARINDA YÜRÜTÜLECEK SINIRLI HARPLER STRATEJİSİNE GEÇMELİYİZ." (3)

Yine Yahudi bir kurum, "Rockefeller Vakfı”, Kissinger’in başkanlığındaki “Özel Araştırma Grubu”na hazırlattığı (1956-1958) ve 1958 yılında yayınlanan “rapor”da, “Amerika’nın seçenekleri” başlığında şunları söylüyordu:

"-Bizim güvenliğimizi sadece açık saldırılar tehdit etmiyor. Bu açık saldırıların yanında, ondan daha tehlikeli, fakat saldırı görünüşünde olmayan başka cins tehditler de vardır. DOLAYLI SALDIRI adını verdiğimiz bu tehditler, içerden yapılmak istenen değiştirme ve dönüşümlerdir. Bu maskeli saldırılari bazen iç harb şeklinde, bazen demokratik akımlar ve reform hareketleri biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bizim amacımız, bu ve buna benzer akımları önlemek olmalıdır... Gerek bizim, gerekse komünist olmayan diğer dünya devletlerinin güvenliğini sağlamak için, mahallî kuvvetler ve akımlar tarafından sıkışık durumda bırakılmış olan dost hükümet ve rejimlere silahlı yardımlar yapmak zorunluluğunu duymalıyız. Bu zorunlulukla yapılacak askerî müdahale, ne KLASİK ASKERÎ STRATEJİYE UYMAKTA NE DE GELENEKSEL DİPLOMATİK MÜDAHALEYE BENZEMEKTEDİR. Bu askerî müdahalenin KENDİNE HAS BİR BİÇİMİ ve NİTELİĞİ vardır." (4)

Hususen II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan “kendine özgü bir biçim ve niteliği” olan bu savaş stratejisiyle, ABD, tüm dünyayı kendi “çıkar alanı” olarak görüyor ve tabiatıyla da, değişik yerlerde meydana gelen “çatışma-karışıklık-savaş”ları, kendi “İÇ GÜVENLİĞİYLE” irtibatlandırılıp, müdahalede bulunmayı meşru sayıyordu.

J. F. Kennedy devrinde kurulan "Özel Grup", ki Kissinger yine başroldedir, 1962’de, müdahalede bulunma hakkını resmî bir metin hâline getirip, bizim MGK gibi bir kurum olan “Ulusal Güvenlik Konseyi”nin “Eylem Notası” hâlinde, “NSAM 182” koduyla 24 Ağustos 1962’de yayımladı. Bu resmî metnin ismi, “US Overseas Internal Defense Polıcy-ABD Denizaşırı İç Güvenlik Politikası”dır ve “OIDP” olarak anılır. Bu, 1951 yılındaki bir kanunun değiştirilerek tatbiki hâle getirilmesinden başka birşey değildi. 1951 yılında “Karşılıklı Güvenlik Andlaşmaları” kanun tasarısı Kongre’de müzakere edilirken, 101. maddeye tadil teklifi sunan Senatör Kersten, “Benim yapmış olduğum tadil teklifi; bu ülkelerde faaliyet göstermek amacıyla kurulmuş veya kurulacak yeraltı teşkilâtlarına yardım edilmesini önlemektir. Yapılacak yardımların amacı, bu ÜLKELERDEKİ HÜKÜMETLERİN DEVRİLMESİDİR!” diyordu ve madde de Senatörün teklifine uygun olarak değiştiriliyordu.

Böylece, ABD, kendi stratejisini (devlet siyasetini) hedefine doğru mevzilendirip, gerekli “kanun, genelge, tamim, talimatname”leri birebir teori hâline getiriyordu; burada aynı zamanda, yukarıda –CFR’nin raporunda geçen-, “dost hükümet ve rejimler”in de nasıl meydana getirileceği ve ne anlaşılması gerektiği de zımmen ortaya çıkmaktadır. Nicholas J. Spykman’ın “Kenar Kuşak” (Jeopolitik) nazariyesi de böylece tatbikata konuyor, Laos, Tayland, Güney Vietnam, İran, Endonezya, Ekvator, “müdahale sahası” olarak kabul ediliyordu.

Şurası kesindir ki, ABD için ya “dost ve müttefik”sinizdir veya “düşman” devletsinizdir. “Düşman devlet” sınıfına girdiniz ise, rejiminiz ne olursa olsun, ABD’nin güvenliğini tehdit ettiğinizden, “müdahale sahası”sınızdır ve artık “dost ve müttefik” olana kadar da ABD saldırılarına hedefsinizdir! Elbette bu saldırılar, açıktan açığa değil gizlice yapılacaktır; siz kim olduğunu tahmin edecek fakat elinizde bir belge olmadığından sesinizi çıkaramayacaksınız.

"ABD Ulusal Güvenlik Konseyi" tarafından 18 Temmuz 1948’de yayımlanan “NSC 10/2” kodlu “Eylem Notası”, işte yukarıdan beri yazdıklarımızın temelidir ve dünyamızda –ülkemizde!- meydana gelen “terörist faaliyetler”in de –bir yönüyle- müsebbibini gösterir. Bu “eylem notası”nda, düşman devletlere karşı, yeraltı-direniş hareketlerinin, gerillanın ve kaçmaya yardım eden örgütlerin desteklenmesi, aynı zamanda özgür dünyanın tehdit altındaki ülkelerinde, yerli antikomünist güçlerin teşviki dahil “önleyici doğrudan önlemler”den bahsedilmektedir. Ayrıca, “Ancak, ABD hükümetinin hiç bir sorumluluğu anlaşılmayacak ve ORTAYA ÇIKARILDIĞINDAN ABD HÜKÜMETİNİN İNANDIRICI BİÇİMDE HER TÜRLÜ SORUMLULUĞU REDDEDECEĞİ ŞEKLİNDE” plânlama ve tatbikât yapılmasından bahsedilmektedir. (5)

Bu tüm dünyada faaliyet gösterdiği bilinen –İtalya’daki adıyla- “GLADIO-KILIÇ” teşkilâtlanmasının başlangıcıydı.

·

ABD’nin "yeni" savaş stratejisinde iki önemli devir vardır. Biri, J.F. Kennedy devri, diğeri de R. Reagan devri!.. Bundan önceki devirlerdeki faaliyetler, bu iki devirin “atakları” karşısından oldukça sönüktür.

Kennedy, Beyaz Saray’a girdiği gün daha, “gerilla savaşları hakkında ne yapıyoruz?” diyerek devrinin karakterini ortaya koymuştu; Kennedy, 1962’de –yani “Domuzlar Körfezi Hareketi”nden sonra-, Amerikan Harp Akademisi’nde yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:

"-Dünyamız daha uzun yıllar süreceği anlaşılan yeni bir döneme, Hindiçini tipi partizan savaşları dönemine girmektedir. Bu durum, tamamen yeni bir strateji ve tamamen yeni bir silahlı güce sahib olmamızı gerektiriyor. Bu dönemin zorunlu kıldığı silahlı gücün, özel eğitime, özel silahlara ve teçhizata ihtiyacı vardır... Bu savaşlar, ekonomik huzursuzluklar ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısıyla yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç vardır."(6)

Bu maksatla, 18 Ocak 1962’de "Ulusal Güvenlik Konseyi"nin "Eylem Notası-124-NSAM124” ile “yeni ve bambaşka bir strateji eğitim”i gerçekleştirilecek olan “Special Group (Counter-Insurgency)” – “Ayaklandırmaları bastırmak için ÖZEL GRUP” kuruldu. Bunun ardından da, “NSAM 182” ile OIDP ilân edildi; böylece –Reagan devrine kadarki ismiyle- “Ayaklandırmaları Bastırma Çağı” başladı. “Agency For International Development / Milletlerarası Kalkınma Ajansı” vasıtasıyla “Police Assitance-Polis Yardımı” bürosu kuruldu ve “dost hükümet” polis teşkilâtlarının eğitimi ve desteklenmesi için 7 Ağustos 1962’de NSAM-177 yayımlandı. Washington’da Milletlerarası Polis Akademisi kuruldu ve “dost hükümet” polis müdürlerinin eğitimine başlandı. “Military Assistance Program-MAP / Askerî Yardım Programı” tadil edilerek, “dost hükümet” askeriyesinin eğitimine başlandı. Amerikan Harp Okulu veya Amerikan İç Savunma Koleji’nde bu eğitimler gerçekleştirilmeye başlandı.” (7)

Ronald Reagan, Vietnam’daki yenilgi ile yıpranan “Ayaklanmaları Bastırma Çağı”nı, toplumda oluşan tepkileri yoketmek için “Vietnam sendromunu yok edeceğim” sözü ile kapatıp, bugüne kadar tatbik edilen ve “açık savaş”ın dışında bir tarz olan “Düşük Yoğunluklu Savaş-Low Intensity Warfare”ı kabul etti:

"Düşük Yoğunluklu Savaş, ayaklanmaları bastırma harekâtıyla başlar, açık ve örtülü askerî –politik operasyonlarla genişler. ABD savaş plâncıları ve politika yapıcıları için Düşük Yoğunluklu Savaş, silahlı mücadeleden çok daha öte bir anlam içerir. Düşük Yoğunluklu Savaş, devrimci hareketlerini bastırmak için bir HAÇLI SEFERİDİR. Bu Haçlı Seferi için, ABD askerî güçlerinin yeniden yapılanmasını öngörür, askerî işgali ve hertürlü güç kullanmayı meşrulaştırır.”(8)

Reagan’ın Dışişleri Bakanı olan Alexander Haig, 1981’de şöyle söylüyordu:

"-Millî kurtuluş savaşları diye adlandırılan saldırılarla, ülke dışındaki çıkarlarımızı korumada uğradığımız geçici yenilgiler, dünyadaki gelişmeleri etkileme gücümüzü tehlikeye sokuyor." (9)

"Ülke dışındaki çıkarlarımız...” Bu ne olabilir?.. Bunu “şu” diye hududlandırmak aldanmaktdır; bu tâbirin hududu yoktur, bu tâbirin içine, ABD’nin ihtiyacı olan veya olabilecek herşey girer.

"Bu ülkelere sahib oldukları STRATEJİK MADENLER ve ENERJİ KAYNAKLARI sebebiyle AŞIRI DERECEDE BAĞIMLIYIZ. Bu nedenle bizim ve müttefiklerimizin ekonomisi, sınırlarımızın çok ötesindeki çatışmalara ÇOK DUYARLIDIR." (10)

Bütün bunlar –kendi ifâdeleriyle- "Amerikan hayat tarzı ve Amerika’nın güvenliği” için, “çatışma bölgelerine” müdahaleyi gerektiriyor ve bu müdahalede kural YOK!

"-Zamanımızın küçük kirli savaşları “hoş” değil kuşkusuz. Ancak haşin ve zalimce yöntemlerden çekinirsek, Düşük Yoğunluklu Savaş’ı başarıyla yürütme yeteneğimizi kendi elimizle ortadan kaldırırız. Bu savaş, basına, harekât bölgesine girişi yasaklamayı, Kongre denetimini çiğnemeyi, öne çıkmış teröristlerin kelle avcılarınca izlenip öldürülmelerini gerektirir. Bu uygulamalar, sivil özgürlükçülerin yakınmasına neden olabilir. Ancak unutulmamalı ki, ABD, Üçüncü Dünya’da bir savaşın içindedir. Ve bir savaşta hesap edilecek tek şey o savaşın nasıl kazanılacağıdır." (11)

Reagan işte bu anlayışla dünyaya ilân edilmemiş bir harp açtı! İktidarında –sekiz yıl- askerî güçlere 2.5 trilyon dolar harcadı. Dünyanın her yerinde “örtülü operasyonlar” yapıldı. Reagan devrinde “Düşük Yoğunluklu Savaş”ın operasyonları altı başlık altında toplandı:

1) Yabancı İç Savunma

2) Karşı Devrimci Ayaklanma-Proinsurgency

3) Kontr Terörizm Operasyonları

4) Uyuşturucu Operasyonları

5) Barış Koruyucu Operasyonlar

6) Barış Zamanı Sınırlı Operasyonlar

"Düşük Yoğunluklu Savaş”ın en önemli unsuru, “psikolojik faaliyetler”dir; bunlardan en önemlisi de, “yalan imâli”... Bu tarz bir harbi, “Amerikan halkının...” güvenliği için yapıldığını söyleyenler, Amerikalılara da yalan söylemekten çekinmiyorlar:

"-En kritik özel savaş görevinin Amerikan halkını, komünistlerin bizi kapmak için hemen kapıda beklediğine inandırmak olduğunu düşünüyorum."(12)

Reagan devrinin ABD Hava Kuvvetleri Genel Sekreteri olan Jo Michael Kelly, "ABD Ulusal Savunma Akademisi"nde böyle diyor.

Kendi halkına yalan söylemekten çekinmeyen bir devlet elbette, “Hür Dünya” masalı etrafında, mücadelenin “demokratik nizamın güvenliği!” için olduğunu da söyler ve yaptığı ile söylediğinin arasındaki tezadı da, “Komplo Teorisi!” diye kapatır!

Amerikan askerî dergisinde yayımlanan bir yazıda şöyle söylenilmektedir:

"-Siyasetçiler ve halk DÜŞÜK YOĞUNLUKLU SAVAŞ STRATEJİSİ ve TAKTİKLERİNİN, DEMOKRATİK KURAMLARA UYMAYACAĞINI ANLAMAK ZORUNDADIR!" (13)

Kendi halkına yalan söylüyor!.. Savunduğu demokrasiyi yok eden aykırı faaliyetlerde bulunuyor! O hâlde?.. ABD, YALAN ve BARBARLIKTAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR!

·

Burada, "hususî harb"in kanun ve teşekkülleriyle kâmil bir tablosunu ortaya koymaktan çok, mantığını-içyüzünü gösterici birkaç iktibasta bulunmayı tercih ettik; şuna eminiz ki, ahtapot kolları gibi dünyayı sarmalamış ve fareler gibi üremiş “hususî harp teşekkülleri”ni bir bir göstermeye, belki şu ânda başındakiler de dahil, kimsenin gücü yetmez. Çok girift bir teşkilâtlanmadır. İşte bunlardan biri olan “Gladio”; İtalya’daki misâlinde görüleceği üzere en zıd insanlar dahi teşkilâtın bir kolu olarak faaliyette bulunmuşlar. Keza T.C!.. “Susurluk”ta meydana gelen kaza ile, “demokratik kavramlara uymadığı”, bir polis müdür, bir kanun kaçağı, bir milletvekili ve bir fahişe dörtlüsüyle ortada...

Fakat, şu sualin cevabı nedir; bu gizlilik, bu giriftlik NİYE?! Bunu yapanları herkes biliyor, “işte yine ABD parmağı!” diyorsa, niye hâlâ bir gizlilik var? Yoksa o gizlilik de bir başka gücü mü gizliyor?!

BD-İBDA’nın “tezi” olan; “İÇ ve DIŞ DÜŞMAN-YAHUDİ”, bütün bunların arkasındaki yegane güçtür!

"HUSUSÎ SAVAŞ” VE SİYONİZMİN GÜCÜ

"Think-Thank"... Bunu duymayan kalmamıştır sanırız; hatta “ülkemizin think-thank’lere ihtiyacı var” diye, bu teşekküllerin bizde de oluşturulması istenmiştir kimi çevrelerce... “Think-thank”lar devletten bağımsız, fakat devlet için strateji ve siyasetler geliştiren araştırma kurumlarıdır. Amerika’da bunlardan yüzlerce mevcuttur ve Amerikan hükümetlerini strateji ve siyaset seçenekleriyle, dünyadaki hâdiselerin tahlilleriyle besleyip, belli bir program ile, her ân meydana gelebilecek siyasî hâdiselere karşı hazırlıksız yakalanmadan, çalışmasını –“müdahalede” bulunmasını sağlamaya çalışırlar. Bunlar çoğunlukla “Vakıf”ların kontrolünde –içinde meydana getirilir ve maddi destek bakımından da kısıtlanamazlar.

Bu "Think-Thank"lerin en başında, 1956-1958 yılları arasında “Özel Araştırmalar Projesi”ni hazırlayarak “hususî harb”in sistemini tesis eden Rockefeller Vakfı gelmektedir. Bu vakfı Kissinger’in denetimindedir ve bize Ecevit’i kazandıran (!) vakıftır; Ecevit, 1957’de bu vakfın daveti ile ABD’ye gitmiş ve Kissinger’in rahle-i tedrisinden geçtikten sonra –altı yedi ayda hem de!- Türkiye’ye dönüp, “milletvekili” olmuştu.

Yine, Ford Vakfı, Carnegie Vakfı, Olin Vakfı, Smith-Richardson Vakfı, Joseph Pew Vakfı, Hoower Instituion, Heritage Vakfı, Amerikan Enterprise Instutie-AEI, Georgetown Center For Strategic Studies- CSİS, Rand Corparation, Washington İnstutite bunların en başında gelmektedir.

Rand ve Washington Enstitüsü, Türkiye ile "yakinen" ilgilenmektedir. Sonuncusu, Kemal Derviş isimli yahudinin Türkiye’yi idare etme aşamasının planlamasında (14); Rand ise, idarecisi Paul Henze’in “Dear boys have done-bizim oğlanlar yaptı!” sözüyle 12 Eylül darbesinin plânlamasında başroldedirler.

Bütün bunların tepe noktasında ise Council of Foreign Relations-CFR/Dış İlişkiler Komisyonu” bulunmaktadır. CFR öylesine hâkimdir ki, ABD’de, onun “olur!”unu almadan hiçbirşey yapılamaz. 1909’da kurulan Round Table’ın altında çalışmakla vazifelendirilen CFR, kurulduğundan bu yana ABD’yi yönetmektedir. Nixon, Eisenhower, Kennedy, Reagan, Ford, Carter, Bush ve Clinton, CFR üyesidirler. CFR, Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı ve Carnegie Vakfı başta olmak üzere vakıflarca finanse edilmektedir. CFR, öyle bir örgüttür ki, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, Dünya Bankası ve İMF de onun kararı ile kuruldu. “Hususî Savaş”ın temellerini bu örgüt atmıştır. Üyelerinin hepsi Mason ve ekserisi Yahudi veya Yahudi işbirlikçisidir. Tabiatıyla kararlar da Yahudi kararlarıdır. CFR, Round Table ile arasında bulunan Bilderberg Group ile işbirliği yapmakta ve siyaset geliştirmektedir.

ABD’nin ilk Cumhurbaşkanı olan George Washington bir Yahudi’dir. Amerika’nın şu ânki başkanı Bush da Yahudi’dir; ve istisnâsız arada gelen bütün başkanlar ya Mason/CFR’li veya Yahudi’dir!

"Hususî Savaş”ın kurucusu olan Henry Kissinger –hem Kennedy hem Nixon devirlerinde Dışişleri Bakanlığı’nı idare etmiştir- hem Yahudi hem de CFR’lidir. Bu şudur, şu budur, o böyledir diye tek tek göstermeye gerek yok; isteyen tetkik edebilir. Amerikayı sembolize eden “Özgürlük Heykeli”nin heykeltıraşı Frederic Bartholdi’nin de bir mason olduğunu söylesek ve “heykeltıraş”, dul annesinin yüzünü heykele nakşetmiştir” (15) desek, Amerika’yı sembolize eden heykelin aslında Yahudi hâkimiyetini sembolize ettiğini anlatmak istememizin veya onların da bunun böyle bilinmesi gerektiğini sembollerle ifşa etmişlerdir dememizin “kısa” yolu olmaz mı?!

Amerika’daki Yahudi/Siyonizm hâkimiyetini en iyi elbette yönetimde bulunanlar bilir; işte bunlardan biri, ABD –eski- Genelkurmay Başkanı Thomas Moorer’in ifşaatı:

"-Şimdiye kadar hiçbir başkanın İsrail’e karşı koyduğunu görmedim. İsrail her zaman istediğini elde eder. Amerikan halkı eğer İSRAİL’İN HÜKÜMETİMİZ ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİ BİLSEYDİ HEMEN AYAKLANIRDI. Milletimizin neler döndüğünden haberi yoktur!” (16)

·

Amerika’nın dünya hâkimiyeti, Yahudi’nin dünya hâkimiyetinin âletidir; nihaî hedef, apaçık: “BÜYÜK İSRAİL İMPARATORLUĞU-MESİH DEVLETİ”ni kurmak için âlet...

"TEKEL"Lİ “ORDU”CU İDARE VE HÂKİMİYET

Amerika’nın dünya hâkimiyetinin nasıl oluşturulduğunu; demokrasinin bir “maske” olarak nasıl kullanıldığını göstermeye çalıştık. Viktorya devri İngiltere’si gibi, “içte demokrasizm, dışta emperyalizm” tatbik edilmiş, ne kadar fazla emperyalistleştikçe, içteki “demokratik nizam” daha fazla gelişmiştir; başkasının malını alıp, kendi vatandaşına verdikçe, içeride “huzur” ve “devlete güven ve bağlılık” artmıştır.

Amerika kuzuların arasına dalan bir kurttur; kendi yavrusu için kuzuların etine muhtaçtır. Başta da belirttiğimiz üzere; bu “devletin yaşaması” için tabiî faaliyetdir, bu açıdan da karşı çıkmıyoruz. Karşı olduğumuz nokta, Amerika’nın veya Yahudi’nin, milletleri kan ve zulüm içinde bırakarak gelişmesi ve bunu da, tamamen hayalî fikirlerle (“demokrasi”, “hür dünya” vesaire) ambalajlamasıdır.

·

Amerika’ya bakıldığında, idarî sisteminin, hâkimiyet meselesinin tatbikine “uygun” olduğunu görüyoruz. Sözünü ettiğimiz idarî sistem, “Başkanlık Sistemi”...

"-Kesin ve devamlı uygulanma imkânlarını bulmuş olmasından dolayı, “Başkanlık Hükümeti” mevzuunda Amerika Birleşik Devletleri’ni örnek olarak vereyim... Orada “icra”, halk tarafından seçilen Başkan tarafından temsil edilir; yani “icra”, tek kişi tarafından temsil ediliyor... Başkan yardımcısı ve ona sıkı sıkıya bağlı bakanlar... Bakanların Başkana nisbeti bakımından, hukukçular onları “sekreter” olarak da niteler... Rejime “Başkanlık hükümeti” adının verilişi de, İcra organının bu özelliğinden dolayıdır... Sekreterler, Başkan’ın izlediği politikaya uymak zorundadır ve Başkan istediği ânda bunların görevine son verebilir... Bir de şunu ekleyeyim: BAŞKAN’IN ORDUYA KUMANDA YETKİSİ, PARLAMENTER DEVLET BAŞKANLIĞINDA OLDUĞU GİBİ SEMBOLİK DEĞİLDİR... Amerika Birleşik Devletleri’nin güvenliğini sağlamak amacıyla bir yere ASKER GÖNDERME YETKİSİ VARDIR ve DIŞ POLİTİKANIN YÖNETİMİ DE ONA AİTTİR."(17)

Şimdi bu idarî sistemin, “dünya hâkimiyeti” açısından nasıl yapılandırıldığını; “merkezî” olarak görelim.

·

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde, 1947 yılında “Truman doktrini” çerçevesinde “Milli Güvenlik Yasası-National Security Act” çıkarıldı. Bu kanunla, Savunma Bakanlığı, CIA, Milli Güvenlik Konseyi ve Hava Kuvvetleri –ayrı bir komutanlık olarak- kuruldu. Silahlı Kuvvetler arasındaki koordinasyon için Genelkurmay Başkanlığı–Joint Chiefs of Staffs oluşturuldu.

Bu kanunla, CIA, Pentagon, Dışişleri ve Hazine Bakanlığı’nın ayrı ayrı yürüttükleri operasyonlar Milli Güvenlik Konseyi aracılığıyla koordine edilip, “Beyaz Saray”ın komutası altına alınıyordu. Milli Güvenlik Konseyi’nin resmî başkanı ABD Devlet Başkanı ve o da bu kurumu “Milli Güvenlik Başdanışmanı” aracılığıyla idare ediyor; bu, “başdanışman”ın tayini ise Başkan’ın elinde...

Milli Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri Başkan, Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı, Savunma, lüzumlu olduğunda da Adalet ve Hazine Bakanları; Genelkurmay ve CIA Başkanları ise rey hakkı olan üyeler...

1947 tarihli kanuna göre; CIA başkanı, Millî Güvenlik Konseyi’nin “Baş istihbarat yetkilisi” ve Başkan’ın “İstihbarat başdanışmanı”... CIA’ya resmi emirler, “NSCID-National Council İntelligence Directives” adıyla “top secret-çok gizli” belgelerle veriliyor. Milli Güvenlik Konseyi’ne bağlı üç birim var: “40’lar komitesi” de denilen “Harekat Koordinasyon Kurulu”, Plânlama Kurulu ve İstihbarat Kurulu.

Plânlama Kurulu, Konsey toplantılarının gündemini ve alınan kararlarının yerine getirilmesini takib ediyor. Harekat Koordinasyon Kurulu, CIA ile işbirliği hâlinde, örtülü eylemlerin / “dirty action-kirli harekât”ların da merkezidir. İstihbarat Komitesi, CIA Başkanı altında çalışıp, tüm istihbaratın koordine merkezidir.

Yine bu Konsey’in direktifi ile Amerikan Ordusu tarafından yayınlanan “FM” serisinden talimatnameleri kaydetmeliyiz ki, Konsey’in ve “Başkan’ın gücü”nün ne olduğu ortaya çıksın; “FM-Field Manve!” talimatnameler Türk Genelkurmay’ı tarafından da aynen tercüme edilerek “ST-Sahra Talimatnamesi” (18) adıyla işlem görmektedir. (19)

İşte Amerika’nın hâkimiyetinin “anatomik” görüntüsü böyle; bütün kararlar Milli Güvenlik Komitesi tarafından alınıp tatbik edilir ve Kongre’nin bile –Körfez Savaşı’nda olduğu gibi- denetimine izin verilmez.

Görünüşte “demokrat ve şeffaf” olan Amerika, gerçekte tam bir DİKTATÖRLÜKTÜR!.. (20)

·

Bunun dışında...

"Birlik" hâline gelmeler, -elbette belli bir gücün irâdesiyle- yaygınlaşıyor. II. Dünya Savaşı esnasında “İngiltere-Fransa Birleşik Devleti”nin teşkili ile başlayan, 10 Haziran 1952 tarihinde “Avrupa Kömür ve Çelik Birliği-CECA”nın teşkiliyle hızlanan, önceki ismi “Avrupa Ekonomik Topluluğu-AET” olan “Avrupa Birliği”, bunun ilk ve güzel ifâdesi ve ifâdecisidir. Kendisine “Avrupa’nın Babası” denilen, CECA’nın da ilk başkanı olan Jean Monnet ismi, “Avrupa Birliği”nin bir Yahudi stratejisi (unsuru) olduğunun ifâdesidir. J. Monnet’in bütün direktifleri, “önce iktisadî sonra siyasî birlik” formülü, bugün tek tek hayata geçiriliyor. O şöyle demektedir:

"-Avrupa, ne bir ânda, ne de toptan inşâ ile kurulamaz; onu inşa yolu, herşeyden evvel Avrupalılar arasında fiilî bir tesanüd meydana getirecek müşahhas eserleri tahakkuk ettirmektir."(21)

İnsanları en zayıf yönünden, para ile kıstıracak ve sonra da... Bugün dahi Avrupa insanı, “kendi hükümranlığını”, bir başka kuruma devretmenin tereddüdlerini gösterirken, Monnet’nin yaptığı kurnazlık ile artık iş işten geçmiş, “gümrük birliği, sınırların kaldırılması, müşterek para (EURA) müşterek ordu”suyla “Avrupa Birliği Devleti” tesis aşamasına gelmiştir.

Bunun yanında, Amerika kıtasının “birliği” için oluşturulan NAFTA ile, Avusturalya, Japonya ve Güney Asya ülkelerinin “birliği” için teşkil edilen “Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği-APEC” ile Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği-ASEAN’ın teşkili ile pasifik bölgesinin ABD ile entegrasyonu gerçekleştirilmiştir.

Bölgemize gelince... "Karadeniz ülkeleri arasındaki ekonomik gelişmeleri geliştirmek ve çeşitlendirmeye yönelik koşulların ve kurumların oluşturulması; kişilerin, toplulukların, sermaye ve hizmetlerin serbestçe dolaşımını sağlayacak” ortamın teşkili maksadıyla, Özal tarafından ortaya atılan (1990) “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi Projesi-KEİB” ile “birlik” oluşturulmaya çalışılmaktadır. Keza, Türkiye-İran-Pakistan tarafından kurulan, Kazakistan hariç Türkî Cumhuriyetleri de sonradan içine alan “Ekonomik İşbirliği Örgütü-ECO” ile de, “bölgenin dünya ekonomisiyle entegrasyonu” hedeflenmiştir.

·

İslâm ülkeleri diye isimlendirilen devletlerin oluşturduğu “İslâm Konferansı Örgütü-İKO” ve “D7” teşkilâtı sayesinde, Batı/Hıristiyan ve ırkî birliklerin yanına, dünyanın en geniş hammadde zengini İslâm ülkeleri de “birlik” hâline getirilip, tek el’den kontrol edilmeye çalışılmaktadır.

·

Bunun yanında; “İnterpol”, NATO ve BAB gibi teşekküller ile “güvenlik ve iâde anlaşmaları” sayesinde de “suçluların iâdesi” ve “dünya polisi/askeri” oluşturulmaya ve güvenlik de tek el’de toplanmaya çalışılmaktadır...

·

Bütün bu teşekküllerin kontrolü ve çalışmalarının tetkiki ise, “Birleşmiş Milletler Teşkilatı” ve onun içinde oluşturulan çeşitli örgütler sayesinde gerçekleştirilmekte... Bu teşkilatın birinci maddesi şöyledir:

"-Milletlerarası barış ve güvenliği muhafaza etmek ve bu maksatla: Barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve uzaklaştırmak ve her türlü saldırma fiilini veya barışın başka suretle bozulması hâlini ortadan kaldırmak üzere, müessir müşterek tedbirleri almak; barışın bozulmasını intaç edebilecek milletlerarası mahiyette uyuşmazlıkların veya durumların düzeltilmesini ve çözülmesini, adalet ve devletlerarası hukuk prensiblerine uygun olarak barış yollarile gerçekleştirmek...

Dipnotlar:

1) Lothar Rathmann, Berlin-Bağdat: Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, Belge Yay., 1982, s. 21

2) Lothar Rathmann, Volldampf Vorwarts Nach Euphrat und Tigris (1897-193)’den nakleden: Bilmez Bülent Can, a.g.e., s. 54

3) M. Fahri, Amerikan Harp Doktrinleri, Yön Yay., 1966, s. 262

4) M. Fahri, a.g.e., s. 298

5) Jens Mecklenburg, Gladio: NATO’nun Gizli Örgütü, Sorun Yay., Mart 1999, s. 19. Bu ifâdedeki "reddetme"nin, "görevimiz tehlike" dizisinin aslında “film-hayalî” değil gerçeğin tâ kendisini ifâde etmesi bir yana, “milletlerarası hukuk”taki (Birleşmiş Milletler Andlaşması’ndaki) karşılığının üzerinde, ileri sayfalarda duruyoruz.

6) Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontragerilla, Tümzamanlar Yay., İstanbul 1992, s. 6

7) ABD Başkanı Johnson, “Şu ânda (1964) 49 ülkede iç savaşın en gelişmiş tekniklerini, güvenlik kuvvetlerine öğreten 344 ekibimiz çalışıyor” diyor. C. Arcayürek’in MAH-MİT’e dair seri kitablarını okuduğunuzda MİT ve Polis’in bu “eğitim”den nasıl geçtiğini göreceksiniz. Polis ve Askerî kişiler, ABD topraklarında eğitilerek, tam bir ABD UŞAĞI hâline getirilip, “kendi insanına” karşı kullanılmaktadır. Amerikan Savunma Bakanlığı temsilcilerin, “Askerî yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini, ABD ideolojisine göre yetiştirmek ve onlardan gelecekte, gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmak; gerekli olduğu yerlerde, polis ve diğer güvenlik kuvvetiyle birlikte, gereksinilen iç güvenliği sağlayacak yetenekte askerî ve paramiliter güçlerin yetiştirilmesine yardımcı olmaktır.” diye (“Emperyalizm Çağı”ndan aktaran: Adnan Akfırat, Özel Savaş, Kaynak Yay., s. 194) bunu açıkça anlatmaktadırlar.

8) Michael T. Klare & Peter Kornbluh, Low Intensity Warfare; Pantheon Books, Newyork, 1990, p: 3’ten aktaran: Adnan Akfırat, Özel Savaş, s. 198

9) A.g.e., s. 199

10) Reagan’ın Savunma Bakanı Casper Weinberger’ın Kongre’ye sunulan 1985 bütçesindeki sunuş konuşması. Department of Defense Annual Report, Fiscal Year 1985, Washington D.C. 1984 p: 18’den: Adnan Akfırat, a.g.e., s. 200

11) Adnan Akfırat, a.g.e., s. 70

12) ABD Stratejisinde Özel Savaş’ın Yeri, Frank R. Barnett, ABD Ulusal Savunma Üniv.’den aktaran: Adnan Akfırat, a.g.e., s. 68

13) Düşük Yoğunluklu Savaş; Konsept, İlkeler ve Politika Kılavuzu- Prof. Sam C. Sarkesian, Air University Rewiey, No: 2, C. 26, s. 711’den aktaran: Adnan Akfırat, a.g.e., s. 69

14) "The Washington Instute’nin "Near East policy-Yakın Doğu Siyaseti” bölümü müdürü (ve Enstitü’nün “kıdemli” üyesi) Alan Makovsky’nin, “ABD’nin Türk Ekonomik Krizine Hızlı Müdahalesi” başlıklı, 1 Mart 2001 tarihli makalesini ekte yayınlıyoruz. Bu makalenin hususiyeti Kemal Derviş’in “powerful symbol of U.S.-ABD gücünün sembolü” olarak Türkiye’ye gönderilmesinin zorunluluğu üzerinde durmasıdır. Keza, ABD’nin T.C.’nin işlerini “uzaktan” değil de “doğrudan” idare ettiğinin bir ilânıdır.

15) "Amerika’daki Özgürlük Heykeli’nin elinde, üzerinde Roma rakamları ile 4 Temmuz 1776 yazan tablet, “Hür Masonların” hukuk kurallarını sembolize eder. Heykeltraş “Dul Annesi”nin yüzünü heykele aksettirmiştir. (National Geograpic, Haziran 1986, s. 5)

16) Paul Findley, They Dare to Speak Out-USA-161’den iktibas: B.A.V., "Masonluk ve Kapitalizm" s. 254

17) Kumandan Mirzabeyoğlu ile “Körfez Krizi” hususunda “Cuma Dergisi-Ekim 1990”da yayınlanmış ropörtajdan.

18) Ek’te bu talimatnâmelerden örnekler vermekteyiz. Ayrıca, www.covertaction.org sayfasında, bu hususta değişik ve “içten” (eski “servis” mensublarıdır çünkü) tenkidleri de görebilirsiniz.

19) Victor Marchetti-John D. Marks, CIA Amerikan Gizli Emniyetinin İçyüzü, Nebioğlu Yay.’dan istifade edilmiştir.

20) "Körfez bunalımı sırasında James Baker, “Savaş ilân etmek için Kongre’ye başvurmak üzere bir zorunluluk duymuyoruz” dediği ve Başkan Bush, Birlikleri Kongre’den tek bir destek oyu alıp almadığına bakmaksızın savaşa sokacağını açıkladığı zaman... Bush, böylesine yasadışı bir açıklama yaptığı ve sanki ordu kendi özel kuvvetleriymiş gibi hareket ettiği için hesap vermek bir yana, medyada “güçlü liderliği” için göklere çıkarıldı.” (M. Parenti, İmparatorluğa Karşı, Kaynak Yay., s. 151) Bunun yanına 16 numaralı dipnotu koyarsanız, ABD’nin nasıl bir diktatörlük olduğunu daha iyi görebilirsiniz.

21) Jean Monnet, Memories, Fayard Yay., Paris, 1976’dan aktaran: Yesevizade, Bilderberg Group, Kayıhan Yay., 1979, s. 79

No comments: